nazlitoac.blogspot.com

25 Şubat 2022 Cuma

Yanık Ülke Kula-MANİSA

 Yanık Ülke Kula-MANİSA

Günümüzden tee 2000 yıl önce bölgeyi dolaşan tarihçi Strabon ( İ.Ö.54 - İ.S.24 ), Kula bölgesine Yanık Ülke anlamına gelen Katakekaumene adını vermiş. "Yanık, yanmış arazi " anlamına gelen bu ifadeyi Strabon'un yanısıra Vitruvius ( İ.Ö. 1. yy. ), Byzantionlu Stephanos ( 6-7. yy. ) ve Eusthatios ( 12. yy. ) gibi antik yazarlar da eserlerinde bahsetmişler. Kula'nın ismi Bizanslılar'ın elindeyken Opsikion'muş. 1233 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaettin Keykubat zamanında da Kula, Türkler'in olmuş. Bu kısa giriş açıklamadan sonra buyrun Yanık Ülke Kula'ya.☺

Kuladokya-Kula Peribacaları 

Kula Peribacaları, Kula'ya 16 km. uzaklıktaki Burgaz Köyü civarında, Gediz Vadisi içinde bulunuyor. Peribacaları, yatay katmanlı kayaların bulunduğu alanlarda, düzensiz ve şiddetli yağmurlar sonucu akışa geçen sular ile kuvvetli rüzgarların gevşek yapılı bu kayaları aşındırmaları sonucu oluşan jeomorfolojik şekillermiş. 
Orman ve Su işleri Bakanlığı'nca 2012 yılında " Tabiat Anıtı " olarak tescil edilmiş. Peribacaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ve tek, Avrupa'nın 58., Dünya'nın ise 100. jeoparkı olma ünvanını 2013 yılında alan Kula Jeoparkı'nın içerisinde bulunmaktadır.
Kula Peribacaları'nın oluşumu hala devam ediyormuş. Gelecekte Kapadokya'nın yerine geçeceğe benziyor. Bir kaç yıl sonra Kuladokya'ya tekrar gitsem belki yeni oluşmuş şekillerle karşılaşacağım. Fotoğraf düşkünleri için bulunmaz bir yer. Üstelik giriş de ücretsiz.

Peribacaları gezdikten sonra Çakırca Bazalt Sütunlar'ı görmek için ahanda bu harika yola geldik. Aracımız bizi bu toprak yolun girişinde bıraktı ve yaklaşık 15 dakika kadar yürüyüp bazalt sütunlara vardık. 

Çakırca Bazalt Sütunlar 

Boyları 20-25 metreye varan sütunlar, kalın lav örtülerin hızlı soğuması sırasında gerilme ve büzülmeye bağlı dikey olarak çatlakların oluşmasıyla ortaya çıkmış. Volkan bacasından çıkan lavların, soğuma esnasında birbirine kenetlenmesi ilginç geldi bana. Kula Jeoparkı'n sınırları içinde olan bazalt sütunları, elbette gidip görülesi yerlerin başına konabilir. 
Çakırca Köyü

Toprak yolun manzarası Çakırca Köyü, sessiz ve sakin davetkar duruşuyla insanı âdeta cezbediyor. Baktıkça " Orda bir köy var gitmesek de, görmesek de bizim köyümüz " diye aklımdan geçiriyorum. Keşke köyü gezip görebilseydim. Umarım yolum o tarafa yine düşer.
                           
Çakırca Bazalt Sütunlar'ı geride bıraktık ve İncesu ( Gölde ) Köyü'ne doğru aracımızla yola çıktık. Gördüğünüz üzere doğa muazzam görselini sunmaya elinden geleni yapıyor. O nasıl güzel manzara, inanın anlatamam. Araçta bulunan arkadaşlarımı görseydiniz, yol boyunca cama yapışmış ( ben de dahil 😄) renk cümbüşünü izliyorlardı. Ehh yerel rehberimiz Zabun hocam kayıtsız kalmadı, araçtan inip renklerin kucağına atıverdik kendimizi. Haa bu arada, fotoğraftaki de benim. ☺

Gediz Nehri 

Kütahya - Murat Dağı'ndan doğup derelerin suları katıla - katıla taa Foça'dan İzmir Körfezi'ne dökülüyormuş. Büyük Menderes Nehri'nden sonra 401 km. uzunluğuyla ikinci büyük akarsuymuş. 
Fotoğrafta gördüğünüz üzere nehir gibi değil, sanki dere akıyormuş gibi. Kirlilik, iklim krizi, yanlış  sulama ve tarım politikası, hayati önem taşıyan su kaynaklarımızı birer-birer yok ediyor. 
                            
İncesu ( Gölde ) Köyü 
 
Adının Collyda antik kentinden geldiği bilinen, Manisa il merkezine 126 km. , Kula ilçesine ise 7 km. uzaklıktaki köyün eski adı Gölde imiş. Sonradan İncesu adını alan köyde aracımız bizi buraya bıraktı. Karşıda gördüğünüz kalabalığın sebebi ise hayır için verilen yemekmiş. Bizi gören sakinlerden aldığımız nazik davete teşekkür ederek başladık köyü dolaşmaya.

Köy içine adımımı atar atmaz tarihi tünele girmişim gibi hissettim. Bildiğimiz köy içi yollarına hiç benzemiyor. Hani kışın çamurlu, yazın toz-toprak olur ya, öyle değil burası. Tertemiz, yeni yıkanmış gibiydi. Düzensiz döşenmiş mermer kaplı yollarına, tarihi sit olduğu için araçla da girmek yasakmış. İnanın, bu kaygan taşlar üzerinde spor ayakkabıyla zor yürüdüm. Nereden baksanız en az 150 yıllık taşlarmış. Haliyle aşına-aşına kaygan olmuş. Ziyaret edecek  olan kadınlara tavsiyem topuklu ayakkabıyla gitmeyin. 😊

 
20. yüzyıla kadar Türk ve Rumlar'ın birlikte yaşadığı bir köy olan Gölde'de, savaş döneminden sonra Rumlar köyü terkediyor. Daha sonra köye, Balkanlar'dan gelen göçmenler yerleşiyor. Sonradan öğrendiğime göre de günümüzde fazlasıyla göç vermiş köy. 

Gölde halkı güleryüzlü, sıcakkanlı, misafirperverliliğiyle Ege insanının tipik örneği. Grubumuz sokakları dolaşırken bir anda evinden çıkan amcanın sıcak bir şekilde hoş geldiniz demesi, gurur duydum yurdumun güzide insanıyla. 

İncesu ( Gölde ) Köyü'nün bakkalı...Su kuyusundan kimbilir niceleri buradan suyu kullanmış. Yaşanmışlığın izlerini görmek hâlâ mümkün. Keşke bakkal açık olsaydı. Kesinlikle içeri girer, bir kaç ürün alırdım.

Tarihe meydan okurcasına ayakta kalmaya çalışmış köyün taş mektep binası...Yapıya çivi bile çakmak yasakmış. Köyde okul binası var ama kullanılmıyor. Yetkililere çağrımdır. Madem bina var, restore edin, taşımalı eğitime çocukları mecbur bırakmayalım. Hem çocuklarımız faydalansın hem de tarihi yapıyı kazanalım. Hayal edebilir misiniz bilemem ama ben bu kareye baktıkça zil çalmış, çocuklar bahçede neşe içinde koşuşturuyor diye hayal ederim.


Evler genellikle iki katlı, ahşap oymalı ve taş işçiliği ile yapılmış. Neredeyse çöktü-çökecek dedirten evler, sanki bizi kurtarın der gibi...

Gölde Köyü'nü programa alan yerel rehberimiz Zabun hocama şükranlarımı gönderiyorum. Kendi adıma derim ki, tarihsel yolculuğa çıktım sayesinde. Yoksa nereden bilecektim böyle tarihi bir köyün varlığını. Elbette Gölde Köyü hakkında son olarak diyeceklerim var. Değerlerimize sahip çıkalım. Kaybolmalarına izin vermeyelim. Evleri kaderine terketmeyip mimari dokusunu bozmadan restore edelim. Ayrıca gizli kalmış bölgenin yeterince tanıtımı yapılıp turizme de kazandırılabilir. Yolunuz Kula tarafına düşerse Gölde Köyü'nün otantik, mermer kaplı sokaklarına mutlaka uğrayın.

Divlit Yanardağı  

Türkiye'nin en genç volkanik alanlarından biri olan Kula yöresine neden Yanık Ülke demişler, kapkara alanı görünce daha iyi anladım. Bölge o kadar geniş ki...Size ancak bir kısmının gezilmesine izin veriyorlar. Ziyaretçilerin gezmesi için yaklaşık 2-2,5 km. kadar parkur var. Parkurda ilerledikçe tozlu raflardaki tarihe şahit oluyorsunuz.
Günümüzden tee 2 milyon yıl önce başlayan volkanizma, tarihin dönemlerine kadar devam etmiş. Günümüzde gördüğümüz Divlit Tepe Volkanitleri ise 3. ve son evresinde oluşmuş. Bu bölgede oluşan 3. evre genç volkan konilerine " Divlit ", volkanitlerine de " Divlit Tepe " deniliyormuş. Üstteki kareye dikkatle bakarsanız, lavlar dün aktifmiş de yeni soğumuş gibi görünüyor. İrili-ufaklı, siyah ve koyu kahverenginde olan volkanik kayaları ( skorya ) elime aldığımda süngertaşına benzetmiştim. 

Divlit Yanardağı volkanik alan içinde gördüğüm tek değişik renk...Nasıl da belli ediyor kendini. Doğanın mucizesi budur işte. Volkanik alanda ayrıca 12 bin yıllık lavlara basmış ayak izlerine de rastlanmış.  

Kula Kurşunlu Camii 

Geldik Kula İlçe merkezine. Kendi adını taşıyan meydanda bulunan camii, 1496 yılında Hoca Seyfettin tarafından yapılmış. Alçak duvarın çevrelediği avlu içinde yer alan camiyi fazla anlatamayacağım. Zaman kısıtlı olduğu için caminin içerisine giremedim. Anladığım kadarıyla tek kubbeli, kesme taş ve tuğla kullanılarak, sade dış mekan süslemeleri ile Selçuklu mimari tarzda yapılmış. Her bir evin hikaye anlattığı Tarihi Kula sokaklarını heyecanla buradan başladık dolaşmaya.


Kimi yorumcular " öpüşen evler " diyor ama ben kafa-kafaya tokuşan evler demek istiyorum. Evler öyle çok yakın ki birbirine, çatılar daracık sokakları örtmüş. 
Kula evlerinin bir nokta etrafında toplanması ve sıkışık mimaride olması, kullandığı isimlere ( Demircikapı, Seferkapı ) bakılırsa ilçenin kale içi bir yerleşim olduğunu hissettirmesine rağmen kale kalıntılarının varlığı hiç görülmemiş. Labirenti andıran dar sokaklar ya kıvrılarak ya da kırılarak dokuyu oluşturmuş. 18. yüzyıl Osmanlı mimarisinin tipik Türk ile Rum evlerinin içiçe olduğu ilçede 1000'i tescilli, 3000'e yakın tarihi yapı varmış. 

Yıllar-yıllar boyunca Türkler ve Rumlar içiçe yaşamış. Bir taraf, diğer tarafa dememiş, git evini başka yerde inşa et, diye. Bakıyorsunuz Rum evin yanında Türk evi var. Aslında evlerin kime ait olduğunu anlamak çok kolay. Türk evlerinde, genellikle yüksek duvarlı avlu oluyor ve mahremiyet için giriş katında sokağa bakan pencere bulunmuyor. Rum evlerinde ise yaşam alanına girilen kapı ve pencere sokağa bakıyor. Üstteki fotoğraf, bir Rum evidir. Kirli sarı ve açık mavi ile boyanmış Beyazoğlu evindeki kalem işi süslemeleri muazzam göründü bana. 

Kula'da, evlerin kapı tokmaklarının işlevi de çok ilginç... Günümüzde de hala devam ediyor mu bilmiyorum ama eskiden, gelen kişinin tokmakta çıkardığı sese göre anlam verilirmiş. Kalın tokmak ses çıkarırsa erkek, ince ses ise gelen kişinin kadın olduğu anlaşılırmış. Ev sahibi de ona göre kendine çekidüzen verirmiş. İki tokmak kurdeleyle bağlıysa evde kimse yok demekmiş. Bu uygulamayı çok sevdim. Keşke tüm evlerde olaydı. 

Rum evlerinin kapılarında ya inançlarını ya da mesleklerini simgeleyen sembolleri görürsünüz. Kapıdaki sembole dikkatle bakarsanız ev sahibinin denizci olduğunu anlayabilirsiniz.

Beyazoğlu evinin muazzam kapı kemeri, en dikkat çekici olanlardan biri...Üzerindeki Bizans kartalı ve 1860 tarihli kalem işi süslemeleri görülmeye değer. 
Hayal bu ya, kapıyı tıklatsam, ev sahibi beni içeri buyur etse, direkt salona adımımı atardım. Kapı böyle süslüyse, evin içi kimbilir nasıldır...Türk evine konuk olduk, keşke Rum evine de konuk olsaydık. Çok merak ettim evin içini.



Kurtarılmayı bekleyen Kula evlerinden biri...Ha yıkıldı, ha yıkılacak dedirten evler, sadece Kula için değil ülkemizin değerleridir. Biz sahip çıkmazsak, kim çıkacak peki? 

Beyler Evi

Tipik Türk evlerine örnek olan konak, Beyler ailesi tarafından yaptırıldığı için Beyoğlu Evi veya Beyler Evi diye anılıyormuş. 18. yüzyılda yapılmış evin sokağa bakan iki kanatlı kapıdan girdiğinizde kayrak taşıyla döşenmiş büyükçe bir avluya adımınızı atıyorsunuz. Ahşap ve kerpiçten yapılmış evin mutfağı ve depoları zemin katta bulunuyor. Aslına uygun olarak restore edilmiş eve adımınızı attığınız an o döneme dönmüş gibi hissediyorsunuz. 

Beyler Evi Dış Sofa

İki katlı konağın merdiveninden çıktığınızda günlük hayatın geçtiği avluya bakan açık sofaya gelirsiniz. Evlerdeki yaşam alanları, zamanının büyük bölümünü evinde geçiren kadınlara göre düzenlenmiş. Kapı ve tavanlardaki ahşap oymacılığın nadir örneklerinden olan evi gezdiğinizde 18. yüzyılda bir Türk ailesinin günlük hayatının nasıl olduğunu öğreniyorsunuz. Bir odadan diğer odaya geçişlerinizde özellikle ahşabın zarif ve incelikle işlenmiş dolaplara, kapılara, sütun başlıklarına ve nar motifli tavan süslemelerine dikkatle bakmanızı öneriyorum. Eminim hayran kalacaksınız. 

Beyler Evi'nin avlusunda şirin mi şirin çay ocağı da var. Şimdi pandemiden dolayı kapalı mıdır bilemiyorum ama 2019 yılında gittiğimizde açıktı. Yorgunluk çayımızı burada içtik.

Tarihi Zafer Okulu

Çeşitli nedenlerle bir türlü restorasyonu yapılamayan okula yüreğim burkarak baktım. İlçenin zenginlerinden Rum Lambi oğlu Damyunus tarafından yaptırıldığı sanılıyormuş. Kurtuluş Savaşı'na kadar askeri kışla olan bina, 1923 yılında Rum ve Müslüman öğrencilerin birlikte eğitim gördüğü ilkokul olarak kullanılmaya başlanmış. 1989 yılında çıkan yangında büyük hasar gören 2 katlı tarihi yapı, ilçenin en yüksek tepesine kurulmuş ve Rumlar'dan kalan en eski yapılardan biriymiş. Ayrıca Şener Şen'in başrol oynadığı Değirmen filmi de burada çekilmiş. Yerel rehberimiz emekli öğretmen Zabun hocam okulun tarihini hararetli bir şekilde anlatırken hepimiz pür dikkat kesildik. Zabun hocam, okursanız bu yazılarımı, size selamlarımı gönderiyorum. 

Hüseyin Zabun Hocamın Kula Tarihi Evi

Kestaneci evin karşısında bulunan ev, koyu kırmızı ve beyaz badanasıyla hemen dikkatini çekiyor insanın. Sağ olsun Zabun hocam, doğup büyüdüğü, atalarından kalan evinin kapısını bize açtı ve ikramlarda bulundu. Evinin restorasyonunu tarihi dokuyu bozmadan kendi imkanlarıyla yapmış. Kula ve yöresini tanıtarak gönüllü elçi olmuş. Hele bir de evin bahçesini görseniz, hayran kalırsınız. Kendi yetiştirdiği sebze ve meyvelerin yanında kuşların olduğu bahçe, cennetten bir köşeydi. Kula'ya giderseniz mutlaka Zabun hocamın evine uğrayın derim. 

Beş Ulalı Çukur Çeşme

Kurşunlu Camii Meydanı'nda bulunan çeşmenin Roma döneminden kalma eser olduğu tahmin ediliyormuş. Tarihi Kula'da 12 çukur çeşme varmış ve 1970'li yıllarda kullanılmadıkları için toprakla üzerleri kapatılmış. Sonraki yıllarda iki çukur çeşme restorasyonla gün yüzüne çıkarılmış. Bunlardan biri gördüğünüz üzere fotoğraftaki Beş Ulalı Çukur Çeşme...Yüzeyden yaklaşık 3-4 metre kadar derinlikte ve taş yapılı, beş oluklu çukur çeşmenin 2 girişi bulunuyor. Ve insanların içinde rahatça hareket etmelerini sağlamak için de geniş yapılmış. En çok hayret ettiğim, tee uzun yıllar önce yüzeyin 5-6 metre derinliğine künkleri döşeyip yüzlerce metre uzaktaki kaynaktan suyu getirin, halk da faydalansın. Umarım iki çeşmeyle kalınmaz, diğer üzeri örtülmüş çukur çeşmeler tarihi değerlerine kavuşur.

Efendim; Kula'yı anlatmak bu kadarla yetmez elbette. Tabii ki görüp fotoğraf çekemediğim yerleri de oldu. Mesela tarihi bakırcılar çarşısına gidin, bakıra şekil veren çekiçlerin tıkırtılarına kulak verin. Yorgancılık, halıcılık, keçecilik, bakırcılık, ayakkabıcılık yapan esnafın gittiği esnaf lokantalarında yemeğinizi yiyin. Biz, Ekmekçioğlu esnaf lokantasında yöreye ait Kula Güveci, iç pilav, salata ve yoğurt yemiştik. Tatlı olarak da höşmerimi tavsiye ediyorum. Yok, ben bunları tercih etmiyorum derseniz pide ve börek çeşitlerini de tadın derim. Hepsi yöreye özgü, damağınızın bayram edeceği lezzetler...Yediniz, üzerine çayınızı içtiniz, eve dönme vakti geldi, bir şeyi almadan dönmeyin efendim. Sanayide üretilen undan değil de su değirmeninde çekilmiş buğday ununu kepeğini ayırmadan taş fırında pişirilen miss kokulu ekmeklerden alın. Biz çarşı içindeki fırından kocaman iki tane almıştık. Derin dondurucuya koyup istediğimiz zaman çıkarıp afiyetle tüketmiştik. 
Vee ekmekler yanımızda, Kula aklımızda İstanbul'a, evimize dönme zamanı geldi, çattı. Bir kaç saatte biz buraları gezebilmişsek siz de görüp gezebilirsiniz. Hele çevre il ve ilçelerde yaşıyorsanız, günübirlik de gelebilirsiniz.
 Sevgili Yudosk ailesine ve değerli okurlarıma çok teşekkür ediyorum. Doğa ve sevgiyle kalın. ☺