nazlitoac.blogspot.com

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Orta Asya'nın İncisi Özbekistan-Başkent Taşkent

 
 5 yıl önce niyetlenip uçak biletlerimizi bile aldığımız, korona virüsü yüzünden iptal ettiğimiz Özbekistan gezisini, en nihayetinde gerçekleştirmiş olduk. Tarihi geçmişinin yüzyıllar öncesine vardığı, yabancı turistlerin aklını başından alan yapıları, çinileri, kültürü, iklimi, doğası ile Özbekistan'ın başkenti Taşkent'e geçmeden önce hem araştırdıklarımla hem de yerel rehberimiz sevgili Yulduz Hanım'ın aklımda kalan anlattıklarıyla ülke hakkında kısaca değinmek istiyorum. 

Resmi adı Özbekistan Cumhuriyeti olan, Orta Asya'da yer alan yedi bağımsız Türk Devleti'nden biri olmasının yanı sıra yaklaşık 37 milyon nüfusuyla da bölgenin en kalabalık ülkesiymiş. 

Denize kıyısı olmadığı gibi komşu ( Tacikistan, Kazakistan, Afganistan, Kırgızistan ve Türkmenistan ) ülkelerin de denize kıyısı olmaması ile Dünya'da iki devletten biriymiş. Diğer ülke ise denize kıyısı olmayan İsviçre ve Avusturya ile komşu olan Lihtenştayn'mış.

Yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin olan ülkede; petrol, doğal gaz, uranyum, bakır, kurşun, kömür, mermer ve bolca altın bulunurmuş. Özellikle ülkesindeki altın kaynaklarının üretimi konusunda 2008 ve 2013 yıllarındaki Rusya ile yapılan anlaşmayla tüm haklarını kendi üzerine almış. 

Arkeolojik buluntulara göre ülke sınırları içerisinde Eski Taş Devri ( 55.000 yıl önce ) dönemine ait insan yerleşmelerinin izine de rastlanmış. 

Özbekistan Kısa Tarihi

Tee İ.Ö. 10. yüzyılda; Baktriane, Sogdiana ve Harezm gibi büyük devletler kuruluyor bölgede. Daha sonra Persler, Büyük İskender, Araplar, Selçuklular ve Karahanlılar tarafından istila ediyor. 13. yüzyıla gelindiğinde ise Moğol saldırılarıyla Timurlular'ın egemenliği altına giriyor ve 16. yüzyıla değin Timur'un soyundan gelenlerle hakimiyet sürüyor. Bu tarihten sonra taht kavgaları başlayınca ülke sınırları içerisinde bölge-bölge hanlıklar kuruluyor fakat güçsüz olduklarından, 18. yüzyıl başlarında Çarlık Rusya seferler düzenliyor ve 19. yüzyıl sonlarına doğru da hanlıkları ilhak ediyor. 

1917 senesinde Rusya'da Çarlık dönemi bitiyor ve başa geçen Bolşevikler Taşkent'e girip egemenliği ele alıyor. 1924'de de ülke sınırları içerisinde Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruluyor. Burada bir parantez açmak istiyorum; bölgede bir direniş hareketi olan Basmacı Ayaklanması ( 1918 ) ve bu ayaklanmaya destek verip 1922'de çatışmada öldürülen Enver Paşa ile ilgili yazıyı bulup okumanızı tavsiye ederim. 

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 31 Ağustos 1991 tarihinde ülkenin bağımsızlığı ilan ediliyor. 

Ülke sınırları içerisinde; bağımsız olan başkent Taşkent, 12 il ve 1 özerk cumhuriyet ( Karakalpakistan Cumhuriyeti'nin kendi bayrağı, egemenlik hakları ve anayasası varmış. İsterse Özbekistan'dan ayrılma hakkına sahipmiş. ) yer alıyor. 

Özbekistan'da illeri, cumhurbaşkanı tarafından atanan ve bu atamayı meclisin onaylamasıyla Şehir Hakimi denilen valiler yönetiyormuş. İlçe ise Tümen denilen idari birimler tarafından yönetilirmiş. 

Efendim; M.Ö 2. yüzyıldan M.S. 15. yüzyıla kadar işlevini kaybetmeden sürdüren Büyük İpek Yolu'nun kuzey rotasında önemli durağa sahip olmuş, 1313-1341 yıllar arasında devlete en güçlü dönemlerinden birini yaşatmış Altın Orda Hanı Gıyaseddin Muhammed Özbek'in halkına vermiş yiğit, cesur anlamı olan ismiyle Özbekistan'ı anlatmak, elbette bu kadar sınırlı değil. Ata yurdunda kaldığımız bir hafta boyunca şahit olduğum kültürünü, coğrafyasını, eşsiz tarihi yapılarını çektiğim fotoğraflarla da naçizane anlatmaya çalışacağım. 

İstanbul-Taşkent arası uçakla yolculuk, 4,5 saat sürüyor. 22 kişilik Yudosk ekibimizle Özbek Havayolu'yla geldiğimiz, para birimi Özbekistan Som'u ( Som; Özbekçe saf, temiz demekmiş. ) olan ülkede, Türk Lirası geçmiyor. Gelecekseniz yanınızda mutlaka Dolar ya da Euro bulunsun. Dövizimizi, Taşkent'te bir gece kaldığımız otelin lobisine kurulmuş otomat benzeri makinesinde Som'a çevirmiştik. Türkiye'ye nazaran ucuz bir ülke olduğundan Som ile harcama yapmanızı öneriyorum. 

Türk Vatandaşları'ndan 30 güne kadar vize istemeyen ülkedeki gezimizin ilk durağı Taşkent'e selam olsun. 

Taşkent-Eski Şehir 

İ.Ö. 1. ya da 2. yüzyılda kurulduğu sanılan Taşkent, Özbekistan'ın başkenti olmasının yanında yaklaşık 3.000.000 nüfusuyla da Orta Asya'nın en büyük kentiymiş. 

Tanrı Dağları'nın bir uzantısı olan Çatkal Dağları'nın batısında, ülkenin kuzeydoğusundaki Çirçik Vadisi'nde konumlanmış kent, 11. yüzyılda Taşkent adı kayıtlara geçene kadar Cac, Çaçkent, Şaş, Şaşkent, ve Binkent olarak anılıyormuş. ( Düz bir ovada kurulmuş kentin arazi yapısında çok az taş olmasına rağmen adını Taşkent diye anmaları bir hayli ilginç. )

Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 1924'de kurulduktan altı yıl sonra başkent olan Taşkent, ülkenin bağımsızlığı ilan edilmesiyle de başkent olmaya devam etmiş. 

Eşsiz, görkemli mimarisi ve tarihi geçmişi ile harmanlanmış eski şehirdeki ilk durağımızla başlayalım. 

Hazreti İmam Külliyesi 

Orta Çağ mimarisinin en güzel örnekleriyle bezenmiş medreseleriyle, camileriyle, türbesiyle halk arasında Barak Han Medresesi denilen külliye, büyük bir komplekste bulunuyor. Gez-gez bitmez dedirten, gelen ziyaretçilere hem kültürel hem de tarihi görsel şölen sunan külliye adını, 10. yüzyılda Taşkent'te yaşamış Ebu Bekir Kaffal Eş-Şaşi'nin lakabı olan Hazreti İmam'dan almış. 

Sovyetler zamanında oluşan zararlar ve 1966 yılındaki depremde, külliyede yer alan yapılar büyük hasar görmüş. 2007'de cumhurbaşkanının kararıyla tüm yapılar ya yenilenerek ya da restore edilerek orjinal görünüme sahip olmuş. 

Ebu Bekir Kaffal Eş-Şaşi Türbesi-Taşkent 

976 yılında ölen Kaffal Eş-Şaşi'nin ilk türbesi zamana yenik düşüp yıkılmış. İkinci türbe de savaşlar, depremler, istilalar yüzünden yıkılmış olmasına rağmen mezarı hep saygı duyulmuş. Sonrasında, ziyarete gelen dervişler için türbenin olduğu yere hankah ( sohbet edip inzivaya çekilen yer ) inşa edilmiş. Şeybaniler tarafından 1541 yılında da Mimar Gulam Hüseyin'e pişmiş tuğlalarla yaptırılan bu türbe, günümüze kadar gelmiş. İlginç olanı ise, türbenin giriş kapısı kıbleye doğru bakması gerekirken, kuzeye bakıyormuş. Ve Orta Asya'da böyle kapısı kuzeye bakan başka türbe de yokmuş. 

Külliyenin en eski yapılarından biri olan, 12 metre yüksekliğindeki kemerli, nadide kapısı üzerine mavi çinilerle Kur'an ayetlerinin sözleriyle işlendiği yapının kubbesi ise turkuaz renkli çinilerle döşenmiş. 

Olur da giderseniz, ferah içerisinin bölünmüş odalarındaki tavanlarına dikkat etmenizi öneririm. Her ne kadar restorasyondan geçmişse de tavana döşenmiş ahşap işçiliğindeki sade ama zarif işlemelere ve kubbe altı kemerli pencerelere, eminim hayran kalacaksınızdır.

Kilitçilik mesleğinden dolayı Kaffal lakabı takılan Eş-Şaşi; yazar, şair, filozof ve ilim üstadıymış. Araştırırken bir kaynaktan, üstadın şöyle bir şiiri düştü aklıma. Şiirin ismini bulamadım ama yine de sözleri paylaşmak isterim sizinle.

" Ey Genç, sen taze bir fidan,
çamurun yumuşak, tabiatın elverişli iken ilim öğren,
ilim öğrendikten sonra, senin anlatıp başkalarının dinlemesi,
şeref ve övünç olarak sana yeter. "

Hazreti İmam Külliyesi Meydanı-Taşkent 

Farklı tarihlerde inşa edilmiş yapıların çevrelediği, bir diğer adı da Namazgah Meydanı olan meydanda, dini bayramlar olduğunda yaklaşık 5.000 kişi namaz kılabiliyormuş. Gittiğimizde sabah saatleri olduğu için meydan epey tenhaydı.

Meydana geldiğimde etrafımda şöyle bir tavaf ettiğimde yapıların cephelerinden sanki gerisi yokmuş gibi göründü bana ama hiç de öyle değilmiş. Yapıların kapılarından içeriye girince anlaşılıyor ne çok büyük olduğu. 

Muyi Mübarek Medresesi-Kütüphane-Müze-Taşkent 

19. yüzyıl ortalarında inşa edilen medresenin bir diğer adı da, eskiden Hz. Muhammed'in sakalının muhafaza edilmiş olmasının inancıyla " Sakal-ı Şerif " miş. 

Muyi Mübarek Medresesi-Kütüphane-Müze-Taşkent 

Müzede görmeyi en fazla istediğim Halife Osman'ın Kur'an'ın bir diğer adı da Osman'ın Mushaf'ı deniliyormuş. Paleografik incelemelere göre 8. yüzyılda yazılan paha biçilemez bir eser olduğu anlaşılmış. 

Tarih sayfalarında Semerkant Kur'an'ı diye de anılan, ceylan derisi üzerine kûfi hat sanatıyla yazılmış Kur'an'ın ebatı 53x68 cm.ymiş. Aslında tahminlere göre tamamı 950 varak olması gerekirken çoğu kaybolmuş ve geriye sadece 350 varak kalmış. 

Rivayete göre Osman bin Affan, bu Kur'an'ı okurken suikasta uğruyor. Kitabın üzerine kanı sıçrıyor. Kurumuş kanlı Osman'ın Mushaf'ı diyerekten Irak'a götürülüyor. Timur 1402'de Irak'ı fethedince kitaba el koyuyor. Sonra Semerkant'ta ortaya çıkıyor kitap. Osman'ın Mushaf'ının ününü bilenler, ziyarete gelerek varakları birer birer koparıyor ve kopanlar kayboluyor. ( Madem çok değerli bir eser, ne diye ulu orta yere koyup ziyarete açmışlar, bunu da bir anlayabilsem. Gelen koparmış, giden koparmış. ) Bu defa Ruslar'ın eline geçiyor ve 1869'da St. Petersburg'da ulusal müzeye konuluyor. Sonra bilim dünyasına tanıtılıyor ve istek üzerine 1924'de Taşkent Dini İdaresi'ne teslim edilip müzede koruma altına alınıyor. 1997'de de Dünya Belleği Listesi'ne dahil ediliyor.

 Günümüzde burada metal bir sandık içerisinde sergilenen Mushaf'ın fotoğrafının çekilmesi yasak olduğundan çaktırmadan küçücük bir-iki poz çekmeyi kendimi alıkoyamadım. 

Müzede ayrıca Mushaf'ın dışında 14. yüzyıldan kalma eserleri de görebilirsiniz. 

Tilla Şeyh Camii-Taşkent 

Şehrin en zengin tüccarlarından biri tarafından 1857 yılında yaptırılan cami, 1966'daki depremde büyük hasar almış ve 2007'de tekrar inşa edilmiş. " Tilla Şeyh" ismi de " Altın Şeyh " anlamındaymış. 

Komplekste bulunan diğer yapılardaki gibi Taşkent'in simgesi mavi ve turkuaz renkleri, bu yapıda da bolca kullanılmış. Sarı tuğladan dikdörtgen şeklinde inşa edilen yapının her iki yanında bulunan minarelerin yüksekliği 57 metreymiş. Soldaki minare Semerkantlı, sağdaki ise Harezmli ustalar tarafından yaklaşık bir ayda yapılmış. Elbette yapıya hayran kaldım ama minarelerdeki mavi kubbelerin görselliği, estetik bakımından yapının bütününe ayrı bir zarafet katmasıyla ustaların zanaatkarlığının ne çok büyük olduğunu gösteriyor bence. 

Tilla Şeyh Camii-Taşkent 

Sevgili rehberimiz Yulduz Hanım önde biz takipte, caminin kapısından içeri giriyoruz. 

Yulduz Hanım, rehberliği boyunca geleneksel Özbek kıyafetleriyle bize eşlik etti. Bir haftalık gezimizde gördüğüm kadarıyla Özbek kadınlar; genellikle uzun kollu, dizleri geçen parlak renkli, sembolik tasarımlı elbiseler ve lozim denilen bol pantolon giyiyorlar. Laik bir ülke olduğundan kapanma zorunluluğu olmamasına rağmen ince bir şalla ya boyunlarını ya da başlarını örtüyorlar. Niye başlarını, boyunlarını, kollarını örtüyorlar, acı bir şekilde anlamış bulunuyorum efendim. Güneşten korunmak için...Bir hafta içinde benim ense ve kollar öyle yanmış ki, İstanbul'a geldikten sonra bile uzun süre etkisini hissettim. :) Hani saatlerce güneşe maruz kalsam anlarım da, habire mekanlara girip çıktık, hangi ara yanmışım, bilmiyorum ki. Yaz mevsimi ülkeye gelecekseniz eğer siz, siz olun, ona göre önleminizi alın derim. :)
Yok, yaz sıcağını sevmem ama yine de ülkeye gelmek isterim diyenler olabilir, en iyisi ziyaret için nisan, mayıs, eylül ve ekim aylarını tavsiye ediyorum. Haziranın ortasından ağustosun sonlarına kadar hava sıcaklığı 40 dereceyi buluyormuş da. :) 

Tilla Şeyh Camii-Taşkent 

Camiye girer girmez gözlerimi alamadığım kubbede yer alan 12 pencere, güneşin doğuşundan batışına kadar ışığın içeriye girmesi sağlanmış. Daha önce böyle mimari tasarım gördüğümü sanmıyorum. İşlemeleriyle çok zarif ve eşsiz olan kubbeye, inanın dilim tutuldu desem yeridir. 

Tilla Şeyh Camii-Taşkent

İç kısmının boyu 77 metre, eni de 22 metre olan camide sadece cuma günleri namaz kılınıyormuş. Zaten bir diğer adı da Cuma Cami'ymiş. İtiraf etmeliyim ki mekanda kaldığım süre boyunca verdiği huzuru tarif edemeyeceğim. İç süslemeleri sade olmasına rağmen renklerin birbirine uyumu ile bambaşka atmosfer aşılıyor. Tam bir tasarım harikası...

Fotoğraftan caminin uzunluğunun anlaşılmadığının farkındayım. Tam ortaya boyu kısa paravan konmuş. Kadınlar ve erkekler bölümü diye ayrılmış. Paravanın önüne geçip öyle çektiydim fotoğrafı. Anlayacağınız bu bölüm kadarı daha var. 

Tilla Şeyh Camii-Taşkent 

Niye böyle tek örnek giyinmişler bilmiyorum, çok hoş göründükleri için izin istedim, sağ olsunlar, ben de çekiverdim fotoğraf. 

Özbekistan'da her cuma, her yerde milli kıyafet giyme zorunluluğu varmış. Belirtmeliyim ki buraya gittiğimiz gün, cuma değildi. Fotoğraftaki hanım ablalar, sanırım bir koronun üyesi olabilir diye düşünüyorum. 

Tilla Şeyh Camii-Taşkent 

Caminin avlusuna girildiğinde ilk göze çarpan sütunlar ve yeşillik oluyor. Sütunlar, Hindistan'dan getirilen sandal ağaçlarının oymalarla işlenmesiyle yapılmış. Yeşillendirmeler ise çeşitli ülkelerden alınan bitkilerle dekoratif peyzaj oluşturulmuş. 

Barak Han Medresesi-Taşkent 

Taşkent'e gelenlerin uğramadan geçip gitmediği, Orta Çağ'a özgü eşsiz desenlerin oluşturduğu mimarisinin en çok fotoğrafı paylaşıldığı ve kentin en büyük medresesi olma özelliği taşıyan yapının ilk bölümü 15. yüzyılda, diğer bölümleri de 16. yüzyılda Çağatay Han'ın soyundan gelen Barak Han adına inşa edilmiş. 

Her iki köşede yer alan turkuaz renkli kubbesi ile giriş kapısı üzerine Kur'an ayetlerinin mavi desenle işlenmiş yapının zarif görünümü, gelen ziyaretçilere görsel şölen sunuyor adeta. 

Barak Han Medresesi-Taşkent 

Tilla Şeyh Camii'si gibi büyük olmasa da medrese içindeki cami, sade olduğu kadar işlemelerdeki ince işçilik tasarımı epey dikkat çekiyor. 

Barak Han Medresesi-Taşkent 

Medresenin geniş iç avlusu, eskiden yatakhane olan 34 küçük oda, eğitim yapılan 2 büyük oda ve medrese olan en büyük oda ile çevrelenmiş. Sovyetler zamanında medrese, depo ve işçi yatakhanesi olarak kullanılmış. Bağımsızlığın ilanından sonra Özbekistan Müslümanları Dini İdaresi'nin ilk binası olmuş. Günümüzde ise bir bölümü müftülüğe ayrılmış, diğer bölümleri de halka açık olmuş. 

Barak Han Medresesi-Taşkent 

Küçük odalar, sanatsal ve hediyelik eşyaların sergilenip satış yapıldığı dükkânlara çevrilmiş. Okuduğum yorumların bazılarında bundan memnun olmayanlar var ama bana kalırsa hem esnafa hem de turizme katkı sağlaması açısından güzel bir uygulama olduğunu düşünüyorum. 

Hazreti İmam Külliyesi-Taşkent 

Külliye alanının hemen dışında konumlanmış dondurmacı Özbek genç, fotoğrafını çekmem için öyle pozlar verdi ki, paylaşmasam olmazdı. Bu satırları yazarken şimdi hatırladım, ne meydanda ne de yapıların çevresinde, satıcıya rastlamadım. 

Sağlığın ücretsiz olduğu ülkede, evlenme yaşı 18-20'ymiş. En az 300 kişilik düğün yapmak, şartmış. Ayrıca sevgili rehberimizin dediğine göre %85'i Özbek halkının oluşturduğu ülkede, 100'e yakın etnik kökenli halk yaşadığı için milliyetçilik yapmak da yasakmış. 

Chorsu Çarşısı-Taşkent 

Her zaman derim; bir ülkenin halkını tanımanın yolu, pazarını-çarşısını gezip görmekten geçer. Taşkent'te eski şehrin kalbinde yer alan çarşının ilk yapım tarihi 11. yüzyıla değin uzuyormuş. Tüccarların alım-satım yaptığı, Büyük İpek Yolu'nun önemli duraklarından biri olan bölgenin merkezindeki kavşağında kurulmuş. " Chorsu " kelimesinin anlamı da Farsça'da kavşak ya da dört dere demekmiş. 

Çarşı, her ne kadar zamana yenik düşüp yıkılsa da hep yenisi yapılmış. En son 1980 yılında, mimarlar Vladimir Azimov ve Sabir Adylov tarafından tasarımı yaptırılan, mavi ve turkuaz olan dev kubbesiyle modern olarak 3 katlı inşa edilmiş. 

Chorsu Çarşısı-Taşkent 

Dev kubbeli çarşı, sürprizlerle dolu...Kubbenin dışı Orta Asya mimari tasarımlı, iç kısmı ise geometrik tasarımlı Sovyet mimarisi...İçinin de dışı gibi mavi ve turkuaz renkli desenlidir diye düşünmüştüm, yanılmışım. Anıt gibi yükselmiş yapı, mimari ve tasarımı ile benzersiz örneklerden biri...

 Yılın her günü açık olan çarşının en alt katı, depo olarak kullanılıyormuş. Bu gördüğünüz iki katta ise gıda ürünlerinden ne ararsanız var. Labirent gibi koridorlar boyunca daire şeklinde sıralanmış stantlar arasında dolaşıldığında otantik havası hemen göze çarpıyor. 2. katta genellikle et, süt ve hamurdan yapılmış ürünler satılıyor. Fotoğrafı çekerken bulunduğum 3. katta ise baharat, çay, kurutulmuş meyve, kuruyemiş, tatlı ve tuzlular tezgahta yerini almış, alıcısını bekliyor. 3. kat dediğime bakmayın, balkon tarzında yapılmış. 

Şunu da vurgulamak isterim ki, kimi yorumcular ağır kokudan bahsetmiş. Hiç de rahatsız edici bir koku yoktu. Üstelik haziran ayıydı, yani oldukça hava sıcaktı. Bildiğimiz taze et kokusuydu işte. Üst kata çıktığınızda ise baharatın ve çayın kokusu çarpar burnunuza. O taze et kokusu gider, bitkinin enfes kokusu gelir yerine. 

Tek olumsuz düşüncem, ürünlerin fiyatlarını gösteren etiketlerin olmaması...Bende de alışkanlık olmuş, illa ki fiyatları göreceğim. Aklıma da gelmedi değil hani, turiste başka kendi halkına başka fiyat söylüyorlar mıdır acaba, bilemedim şimdi. Yalnız çay fiyatları pahalı geldi bana. Kilosu bizim paramızla 1400 ila 1600 lira arasında değişiyordu. Alışveriş yapacak olursanız, pazarlık yapmanızı öneriyorum. 

Chorsu Çarşısı-Taşkent 

Çarşının dış bölümü de var. Aslında dış bölüme yazlık diyorlar. Sanıyorum dükkanlar kışın açık olmuyor. Malum sert geçen kışın hava sıcaklığı eksi 20'lere kadar düşüyormuş. Dev kubbeli yapının etrafında geniş alana kurulmuş çarşıda, tekstil ürünlerinden taze sebze-meyve pazarına, hediyelik eşya dükkanlarından restoranlara, büfelere, fırınlara varana kadar her ihtiyacı karşılayacak şekilde halka sunulmuş. 

Chorsu Çarşısı-Taşkent 

Yaş sebze-meyve satılan bölümde Özbek hanım abla, yemek için malzeme hazırlarken yakalamıştım, hemen çektim bir poz. Özbek halkı, misafir çok severmiş. Hatta öyle ki en az 20 kişiyi evinde ağırlarlarmış. Tek-tek doğramakla uğraşma, gel buraya, hazır doğranmış malzemeleri al, götür evine, bir güzel pişir.   


Taşkent Yeni Şehir 

Kentin eski şehri her ne kadar otantik dokuya sahipse, yeni şehir de çok geniş meydanlarıyla, parklarıyla, devlet idaresinin yapıldığı binalarıyla, üniversiteleriyle, heykelleriyle, bulvarlarıyla, devasa fıskiyeli havuzlarıyla, müzeleriyle, sanat merkezleriyle, eğlence ve alışveriş mekanlarıyla hem ferah hem de modern olarak dizayn edilmiş. Her ne olursa olsun, yeşil vahadan asla vazgeçmemişler. 

Mustafa Kemal Atatürk Caddesi-Taşkent 

Tee Orta Asya ülkesine gel, başkentini gez, ismini bilmeden caddesini dolaş, sonra çektiğin fotoğrafın konumunu haritada araştırırken nereye geldiğini gör, caddeye Ulu Önder Atatürk'ün adını verdikleri, karşına çıksın. Nasıl da gururlandım, anlatamam. Evet efendim, burası Mustafa Kemal Atatürk Caddesi...

Emir Timur Meydanı'nın hemen önünde yer alan Kashgar Parkı'na paralel bu cadde ile kesişen sağlı-sollu sokakların her iki tarafına sıralanmış büfeleri, kafeleri, restoranları, hediyelik eşya satan dükkanları, sanat sokağında sanatsal ürünlerin sergilendiği, araçların girmediği bu alanda serbest zaman geçirdik. Öğle saati olduğundan hava sıcak tabii, pek kimse yoktu. Ağaçlar arasında gerilmiş tel üzerindeki ışıklandırmalara bakılırsa akşam saatlerinde gezmeye gelenler daha yoğun oluyordur.  

Emir Timur Meydanı ve Özbekistan Oteli-Taşkent 

İki ana caddenin kesiştiği noktada yer alan meydanda; büyük ve yeşil parkın çevrelediği heykelin olduğu yerde önce Stalin'in heykeli varmış. 1961'de tüm Stalin heykelleri kaldırılmış, yerine Karl Marx'ın heykeli konmuş. Özbekistan'ın bağımsızlığından sonra önceki adı olan Devrim Meydanı ismini değiştirip Emir Timur Meydanı olmuş ve Heykeltıraş İlkhom Jabbarov tarafından bronzdan yapılan, Orta Asya'da büyük imparatorluk kurmuş Timur'un at üzerinde kılıçsız tasvir edilen heykeli dikilmiş. Kaidesine de Timur'un ünlü sözü dört dilde, " Güç adalettedir " yazılmış. 

Göz kırpıp " meydanda ben de varım " diyen Özbekistan Oteli, Sovyetler zamanında Mimar İlya Merport önderliğindeki mühendis, sanatçı ve tasarımcılardan oluşan ekiple, kavisli şeklinde 17 katlı olarak 1974'te inşa edilmiş. Meydana bakan cephesinde Sovyet mimarisinin örneklerinden olan geometrik desenlerin süslediği yapı, inşa edildiği dönemde, konferans ve toplantı salonlarıyla, restoranlarıyla Orta Asya'nın en lüks otellerinden biriymiş. O zamanlarda diplomat, yabancı devlet yetkili gibi seçkin misafirlerini ağırlarmış ve ülkelerinin kaderini etkileyecek önemli imzalar atılırmış. 

Pek değişiklik geçirmeden günümüze kadar gelmiş olmasıyla inşa edildiği dönemi yansıtması açısından çok değerli bir yapı.

Anhor Kanalı-Taşkent 

Gidip etrafını gezme şansım olmadı ama öğrendiğime göre sulama kanalı boyunca yürüyüş parkuru, lunaparklar, büfeler, restoranlar, yemyeşil geniş parklarında oturma grupları varmış. 

Çirçik Vadisi'nde doğan Çirçik Nehri'nin bir kolu olan Anhor Kanalı, Taşkent şehrinin kalbini boydan boya ve kollara ayrılarak suluyor. Özbek halkına ve gelen turistlere nefes aldıran, dinlendiren, şehircilik planlamasında en üst seviyeye taşıyan bir proje olmuş. 

Turkiston Sanat Sarayı-Taşkent 

Sovyetler zamanında inşası başlanmış ama finansman zorluğundan dolayı bir türlü bitirilememiş saray. Özbekistan, bağımsızlığını ilan eder etmez yapının inşasını ele alıyor ve 1993'te bitiriliyor. Önce Taşkent Şehir İdaresi'ne veriliyor, 2017'de de kültür bakanlığına devrediliyor. Yabancı devlet insanları geldiğinde konferanslar, kültürel etkinlikler, sergiler oluyormuş. Ayrıca iki de tiyatro salonu varmış.

Mustakillik Maydoni ( Bağımsızlık Meydanı )-Taşkent 

Anhor Kanalı'nın hemen kenarına konumlanmış yaklaşık 1,5 km2'den oluşan ve 2009'da tamamen yenilenmiş Bağımsızlık Meydanı'nın ilk adı Lenin Meydanı'ymış. Eski şehri ile yeni şehri köprü gibi birleştiren, her yıl 1 Eylül tarihinde bağımsızlık kutlamalarının yapıldığı meydanın çevresine inşa edilmiş idari yapılarından dolayı da ülkenin ana meydanı sayılıyormuş.  

Şehitler Hatıra Parkı-Taşkent 

1941'de Nazi Almanya'sı Sovyetler'e saldırınca, Özbekistan toprakları bu saldırıdan uzak olmasına rağmen Sovyetler'in emriyle bir buçuk milyona yakın Özbek, Kızıl Ordu'yla birlikte cepheye gidiyor. Savaşta 538.000'den fazla Özbek can veriyor. 640.000'i özürlü dönüyor. Yaklaşık 160.000 kişi de kayıp olarak kayıtlara geçiyor. 


Oymalı ahşap sütunların ve işlemeli tavanın koruduğu granitten yapılmış duvar boyunca sıralanmış pencere içlerine, kitap şeklinde altın renkli levhalar konmuş. Adına da " Hatıra Kitabı " denmiş. Her bir sayfaya, savaşta şehit düşenlerin doğum ve ölüm tarihleri ile isimleri yazılmış. Pencere üstlerine de hangi bölge olduğu belirtilmiş. 

Yaş ortalaması 20 olan şehitlerin yakınları buraya geldiğinde, sayfalardan isimleri bulup hatıralarını anarlarmış. 

İyilik Kemeri ( Ezgulik Arch )-Taşkent 

16 mermer sütunlu kemer, ana meydana açılan kapı olarak görülüyormuş. 150 metre uzunluğa sahip kemerin ortasında yer alan taç kapısını taşıyan sütunların yüksekliği 12 metre, diğer 14 sütun ise 10 metreymiş. 

 Özbek halkının kutsal saydığı, barış ve huzuru getirdiğine inanılan leylek figürleri inci gibi parıldayarak kemere zarif bir görünüm katmış. 

İyilik Kemeri Taç Kapı-Taşkent 

 Kemerin ortasındaki taç kapı üzerine azmi ve hayallerin gerçekleşmesi inancıyla uçmaya hazırlanan turnalar konmuş. Yeni evli Özbek genç çiftler, kutsal saydıklarından bu taç kapıdan geçerek geleceklerinin sağlam temeller üzerine kurulması ile şans getirmesi inancını taşırlarmış. 

Önde yürüyen iki kişi dışındaki ziyaretçiler, bizim ekipten...:)

Mustakillik ( Bağımsızlık ) Meydanı-Taşkent 

Fıskiyeli havuz, İyilik Kemeri'nin hemen önünde bulunuyor. Havuzla kemeri birlikte fotoğrafını çekeyim dedim, öyle büyük ki, kadraja alamadım. 

Bağımsızlık ve Hümanizm Anıtı-Taşkent 

Sovyetler zamanında burada Lenin anıtı varmış. Bağımsızlık sonrası sökülmüş, yerine tepesinde altın renkli bronzdan yapılma yerküre olan anıt dikilmiş.

 Yerkürede yer alan kabartmalı Özbekistan haritası ile ülkenin bağımsızlığının Dünya tarafından tanındığının göstergesi olarak sembolize edilmiş. 

2005 yılına gelindiğinde ise anıta, heykeltıraşlar İlkhom ve Kamol Jabbarov tarafından yapılan, devleti ve geleceği tasvir eden kucaktaki bebek ile ana vatanı tasvir eden mutlu anne heykeli eklenmiş. Bir annenin tarifsiz mutlulukla en değerli varlığına bakışı vurgulayan heykelle, ülkesinin hem kadına olan saygıyı hem de özgür ve bağımsız doğuşunu anlatan çok etkileyici bulduğum anıtın kaidesine, yabancı devlet üst yetkilileri geldiğinde ve ulusal bayramlar olduğunda çelenk konurmuş. 

Yaslı Anne Anıtı ve Sönmeyen Ateş-Taşkent 

İkinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en ölümcül savaşıdır.

6 yıl boyunca açlıktan, hastalıktan, katliamdan 70 ila 85 milyon insan ölmüştür. Ne yazık ki kayıp sayısının tam rakamı da bilinmiyordur.

Evler, eşyalar yine yapılır, ağaçlar yine dikilir. Fakat giden canların yerine, hiçbir şey gelemez. Bir ana, kokusuna doyamadığı evladı için canını verir. Sevgisinin ölçüsü yoktur. 

Birileri hırsından, açgözlülüğünden, hasetinden savaş çıkarır, olan, kokusuna doyulmaz canlara olur. 

Anıttaki kederli ana, kederini gönlüne hapsetmiştir ama o keder, tıpkı sönmeyen ateş gibi hep var olacaktır. 

Fotoğrafa dikkatle bakarsanız derinden etkileyen, dokunaklı anıtın sol arkasında " Sen doim qalbimizdasan jigarim ( Sen daima kalbimizdesin ciğerim ) " yazar.

Her yıl 9 Mayıs'ta devlet erkanının da katıldığı Hafıza ve Onur Günü'nde kutlama olurmuş. Aslında 9 Mayıs, Sovyetler döneminden kalma bir kutlama günü. 1945'in 8 mayısında Nazi Almanya'sının teslim belgesini imzaladığı ve 9 Mayıs'da da Sovyetler Birliği için " Zafer Günü " olup kutladığı bayramdır. Özbekistan her ne kadar ismini değiştirip " Hafıza ve Onur Günü " diye kutlasa da Sovyetler zamanından kalan " Zafer Günü " bayramı ile aynı. 

Müstakillik ( Bağımsızlık ) Meydanı-Taşkent 

Meydandaki diğer fıskiyeli havuzun arkasındaki beyaz yapı, Cumhurbaşkanı Sarayı, soldaki ise Bakanlar Kurulu'nun yapısıymış. Sarayın önü-arkası ne tarafta, bilmiyorum ama Anhor Kanalı'nın hemen kenarına inşa edilmiş. Trafiğe kapalı bu meydana gelirseniz anıtlar, havuzlar, idari yapılar ve parkların kanal boyunca sıralandığını görürsünüz. Her ne kadar cumhurbaşkanının sarayına yaklaşılması yasak olsa da etrafta güvenlik biriminden kimseyi görmedim. Ya da varsa da ben farkında olmamışımdır. 

Bir hatırlatma yapayım, buraya gelip de uzun vakit geçirecekseniz, ki çok büyük bir kompleks, kendinizi kurumuş bir yaprak gibi hissetmek istemiyorsanız yanınızda bol su olsun. Zira meydanda ne bir satıcıya ne de büfeye, rastlamadım. En iyisi sabah ya da akşam saatlerinde gelmenizi öneriyorum. Öğlen güneşi bir hayli rahatsız edebilir. 

Prens Romanov Sarayı-Taşkent 

Asıl adı; Rusya Büyük Dükü Nikolay Konstantinoviç olan Prens Romanov, 1850'de Saint Petersburg'da, Rusya Kralı l. Nikolay'ın torunu olarak doğuyor. Zenginlik içinde büyüyor. Hem yetenekli bir asker hem de şıpsevdi oluyor. Gönlünü, şöhreti kötü bir kadına kaptırıyor. Gel zaman git zaman kadının maddi istekleri bitmeyince Romanov, ailesinin değerli elmaslarını çalıyor. Gerçek ortaya çıkınca, Taşkent'e sürgün ediliyor.

 Sürgün ediliyor edilmesine de, kişisel servetini kullanarak yetenekli mühendis zekasıyla, özellikle sulama kanallarını genişleterek şehre büyük katkısı oluyor. Ayrıca fotoğrafı görülen kendi sarayını da mimarlar Aleksey Benua ve Vilgelm Geynselman'a 1890'da yaptırıyor ve burada değerli koleksiyonlarını sergiliyor. 26 Ocak 1918'de zatürreden ölmeden önce bir müze oluşturulması şartıyla sarayını Taşkent'e miras bırakıyor. 


Günümüze gelindiğinde ise saraydaki tüm değerli sanat eserlerinden oluşan koleksiyon, Özbekistan Sanat Müzesi'ne götürülüp orada sergileniyormuş ve şu anda bu yapı, Dışişleri Bakanlığı Kabul Evi olarak kullanılıyormuş. 

Yapının dış mimarisi şahane ötesiyse kim bilir içi nasıldır...Arkasında da Japon Bahçesi varmış. Ziyaret yasak olmayaydı, iyi olurdu. Neyse, sağlık olsun diyeyim artık. 

Taşkent Metrosu-Yeni Şehir 

Bir ülkenin şehirlerini gezip görmeye gittiğimizde, yerin altında diye midir, nedir bilinmez, istisnalar hariç metro istasyonlarını ziyaret etmek aklımızın ucundan geçmez. İşte bu ezber bozan, sanat ile mimarinin akla ve hayale gelmeyen dokunuşlarıyla harmanlanmış tasarımlarıyla Taşkent Metrosu, 1964'te Özbekistan Kominist Partisi Birinci Sekreteri Şerof Raşidov'un fikriyle ortaya çıkmış. Fayda sağlayan ulaşımın olması yanında metronun Özbek halkının tarihi ve kültürünü de yansıtmasını istemiş. O dönemde Sovyetler tarafından yönetildiği için Özbek topraklarında yapılacak projelerin onayı Moskova'dan geçiyormuş. Taşkent ve Moskova arası gide-gele ısrarları sonucu projesi kabul edilmiş.

Sismik olsun, toprak koşulları olsun, tüm gerekli çalışmalarının yerine getirilmesinin ardından dönemin en seçkin sanatçıları ve en iyi mühendisleriyle 1972'de başlıyor inşası, 9 istasyonlu ilk hat, Orta Asya'nın ilk metrosu olarak 1977'de açılıyor. Sonraki yıllarda bu hata istasyonlar ekleniyor ve üç hat daha inşa ediliyor.

Toplamda yaklaşık 70 km. olan 4 hatlı metro ağı, 9 şiddetinde depreme dayanıklı olarak yapılmış. Öğrendiğim kadarıyla metro için bilimsel araştırma enstitüleri bile kurulmuş. Şu bir gerçek ki, sulak bir arazi yapıya ve deprem bölgesine sahip kentte böyle metro ağı inşa edilmesi, büyük cesaret ister kanımca. 

Nükleer sığınak olarak kullanıldığından ve güvenlik gerekçesiyle 2018 yılına kadar metroda fotoğraf çekmek yasakmış. O zamana değin şaheser sanat eserlerine sahip metro istasyonları, hep gizli kalmış. Ancak yasak kalktıktan sonra paylaşılan fotoğraflarla Dünya'nın haberi olmuş.

2016'da yeni cumhurbaşkanı olan Şevket Mirziyoyev'in dışa açılma politikalarındaki gelişmeleri çerçevesinde yasağın kalkmasıyla metro, turistler için cazibe merkezine dönüşmüş. 

Programda olmamasına rağmen sevgili grup arkadaşlarımızın isteği doğrultusunda ziyaret ettiğimiz metroda, kısıtlı zamandan dolayı ancak 4 istasyon görebildik. Her yıl Özbekistan'a gezi düzenleyen sevgili Yudosk Başkanı'mıza ve rehberlerimize duyurulur, bundan sonra metroyu programa almanız, tarafımdan şiddetle tavsiye edilir. :)

Tasarımlarında; cam, granit, mermer, alçı taşı, metal ve seramik kullanılarak yapılmış her biri farklı temaya sahip istasyonların gösterişten uzak betondan inşa edilmiş caddeye bakan girişleri görüldüğünde, metro hakkında kesinlikle bir ipucu vermiyor. Akılsız başım, girişin fotoğrafını çekmeyi unutmayaydı, iyi olurdu. Paylaşırdım sizinle, ne demek istediğimi daha iyi anlatırdım. 

İstasyonun sıradan girişindeki az basamaklı merdiveninden iniyorsunuz, bilet alınan gişenin olduğu küçük bir antreden geçip yürüyen merdivenle platforma inilince ahanda görseldeki manzara çıkıyor karşınıza. İlk tepki, vay canınaa olur, tıpkı ben gibi. :)

Mustakillik ( Bağımsızlık ) Meydanı İstasyonu-Taşkent Metrosu 

Bağımsızlığının ilanından sonra Sovyet ismi olan yedi istasyonun ismi değiştirilmiş. Bunlardan biri de Lenin Meydanı, ismi olmuş Mustakillik Meydanı.

1977'de açılan metronun ilk istasyonu olma özelliğinin yanında tasarımda kullanılan mermerler, ülkenin en büyük ve Dünya'nın da en büyük çöllerinden biri olan Kızılkum Çölü'nden çıkarılmış. Fotoğraftan pek belli olmuyor ama zemindeki yıldız şekilli mermerler, astrolog ve bilim insanı Uluğ Bey'e atfedilerek yapılmış. 

Portre, duvar ve minyatür ressamı, öğretmen, Özbek Halk Sanatçısı ünvanına sahip Cengiz Ahmarov ( Chingiz Akhmarov ) tarafından tasarımı yapılan kule tipindeki istasyon, platform boyunca yerleştirilmiş avizelerden yayılan ışıltılarla aydınlanan geometrik desenli sütun ve tavanın zarif görünümü, insanda hayranlık uyandırıyor. Dahiyane, olağanüstü bir tasarım...
 
Ali Şir Nevai İstasyonu-Taşkent Metrosu 

İstasyonun iç girişine monte edilmiş Çağatay edebiyatının öncüsü Nevai'nin portresi, turkuaz renkli kabartma üzerine işlenmiş. Ayrıca doğum ve ölüm tarihlerinin de portrenin her iki yanında bulunması, ünlü edebiyatçının anısını yaşatmaları bakımından muazzam buldum. En güzeli de yürüyen merdivenin tam karşı duvarına monte edilmiş olması...Zira görmemek mümkün değil. 

Ali Şir Nevai İstasyonu-Taşkent Metrosu 

Geleneksel Orta Asya mimarisi ile Sovyetler'in geometrik desenlerinden tasarlanarak Cengiz Ahmarov ( Chingiz Akhmarov ) tarafından yapılmış istasyon. Çiçek desenli çinileri nakış gibi işlenerek süslenen kemerli kubbelere baktığımızda sanki yeraltında değil de bir cami ya da medreseye aitmiş gibi görünüyor. Yumuşak gri-mavi renkli kubbelere uyumlu mermerden yapılmış sütunlar, platform boyunca devam etmiş. 

1984'de açılan istasyonun duvarlarına ise ünlü şair Nevai'nin beş mesneviyi bir araya getirerek oluşturduğu baş yapıtı Hamse şiirindeki Ferhat ile Şirin gibi hayali kahramanlarının tasvir edildiği turkuaz renkli seramik paneller yerleştirilmiş. 

Dünya'nın en güzel metro istasyonlarından biri olarak nitelendiriliyormuş. Nasıl olmasın, çıplak gözle görünce insanın nutku tutuluyor adeta.

Pakhtakor ( Pamuk Çiftçisi ) İstasyonu-Taşkent Metrosu 

Dünya'nın en büyük üreticisi ve ihracatçısı ülkeleri arasında bulunan Özbekistan'da pamuk, ülke genelinde " Beyaz Altın " diye adlandırılıyormuş. Ülkedeki pamuk endüstrisinde zorla çalıştırmadan dolayı insan hakları ihlali edilmesi üzerine" Pakhtakor " ismiyle atıfta bulunulan istasyonun tasarımı Özbek sanatçı Vladimir Burmakin tarafından yapılmış.

Platform boyunca karşılıklı her iki duvarına, kaç metre olduğunu bilmiyorum, upuzun turkuaz renkli mozaik pano yerleştirilmiş. Üzerine de saplardan çiçek açan pamuğun hasadında geçirdiği tarihi evreler tasvir edilmiş. 

1977'de açılan ilk istasyonlardan biri olması ile birlikte o dönemin kültürünü ve tarihini, sanatla birleştiren tasarım, metro istasyonunu yeraltı müzesine çevirmiş.

Taşkent Metrosu 

Ahanda Sovyetler döneminden kalmış trene rastladım. Hiç ummazdım göreceğimi. Mavi boyalı teneke kutu gibi ama tee günümüze kadar tıkır-tıkır işleyerek gelmişse, sağlam yapılmış demek ki. Emekliye ayrıldığında umarım müzeye konur. Başka yöne değil de bizim gittiğimiz yöne gidiyor olsaydı keşke, emektarla yolculuk ederdik. :)

Kosmonovtlar İstasyonu-Taşkent Metrosu

Bol ödüllü Özbek Mimar Sergo Sutyagin tarafından tasarlanıp 8 Aralık 1984 tarihinde açılan istasyonun koyu turkuaz renkli sütunların taşıdığı tavanda, sonsuzluk hissi veren sıralanmış dikdörtgen şeklindeki yıldız temalı alüminyumlarla Samanyolu tasvir edilmiş.

 Duvarlarda ise; 15. yüzyılın matematik ve gökbilim dehası Özbek Uluğ Bey, Galileo olmak üzere uzaya giden ilk erkek astronot Yuri Gagarin ve kadın astronot Valentina Tereshkova gibi birçok kozmonotun simgelendiği mavi seramik madalyonlar, beyazdan koyu maviye doğru yükselen ve platform boyunca devam eden panolara yerleştirilmiş. En dikkati çeken de madalyonlardaki kozmonotların yüz ifadeleriydi. Sanatçı, kozmonotları zafer kazanmış masalsı kahramanlar gibi tasvir ederek muazzam bir başarı elde etmiş. 

Işıl-ışıl parıldayan uzay temalı ve mermer zeminli istasyonun derinliği ile nefes kesici görselliğinin ben de bıraktığı his, bilimin sonsuz olduğudur. Ayrıca 1960'lı yılların teknolojisiyle büyük hayallerin peşinden nasıl azimle gidildiğinin de göstergesidir. Zaman tünelinde yolculuğa çıkaran tasarım, tüm övgüleri hak ediyor.

Metronun dört istasyonunu gördük ve hep tasarımlarından bahsettim ama son olarak eklemek isterim ki, inşa edildiği tarihinden bu yana kaç yıl geçmiş, buna rağmen istasyonlar ferah ve tertemizdi. Çöpü bıraktım, aykırı çizik bile görmedim. 

Kosmonovtlar Meydanı ve Anıtı-Taşkent 

Kosmonovtlar İstasyonu'ndan çıkar çıkmaz aynı adı taşıyan ve aynı tarihte yapılmış anıtla yüz yüze geldik. Program aksamasın diye yakınına gitmeyip sadece uzaktan  gördüğümüz anıtın öbür yüzünde de tasvirler varmış. Yapıldığı döneme göre oldukça modern bir tasarımla yapılmış uzay temalı kompozisyon şeklindeki anıtın hemen sağ tarafında görülen arkası dönük büst ise, uzayda beş kez görev alan, Sovyet kahramanı, tümgeneral olan kozmonot Vladimir Canibekov'unmuş. 

Ali Şir Nevai Anıtı-Taşkent 

15. yüzyılın Özbek Türk şairi, siyasetçi, yazar, dilbilimci ve 30'a yakın eseriyle Çağatay edebiyatının öncüsü olan Nevai, Farsça'yı eleştirerek Türkçe'nin edebi ve üstün bir dil olduğunu savunmuş. Türk tarihine, kültürüne, diline saygı duyarak sahip çıkan şairin ayrıca, dile kolay, 50.000 şiir koleksiyonu da bulunuyormuş. 

Özbek halkının gönlünde taht kuran şairin anısını onurlandıran, büyük bir parkla çevrili anıtın hemen arkasındaki yapı ise, Alisher Navoiy Taşkent Devlet Özbek Dili ve Edebiyatı Üniversitesi'ymiş. Okul hakkında bir bilgim yok ama yüzyıllar öncesi yaşamış edebiyatın ve şiirin üstadının adını, şanına yaraşır şekilde üniversiteye vermiş olmaları büyük onur göstergesidir. Zaten şehri gezdiğinizde Alisher Navoiy ismi sık çıkacaktır karşınıza. 

Taşkent Televizyon ve Radyo Kulesi

375 metreyle Orta Asya'nın en yüksek yapısıymış. Ayrıca Dünya'nın en yüksek yapıların arasındaymış. İnşasına 1978 yılında başlanmış, 7 yılda bitirilmiş. Mimarları da Y. P. Semaşko ve İ. N. Terziyev-Tsarukov'muş.

Toplam ağırlığı 6 bin tonu bulan kentin simgesi kulenin demir-çelikten yapılmış üç ayağının yüksekliği 93 metreymiş. 97. metrede seyir terası, 98. ve 104. metrede de restoranlar bulunuyormuş. Ayrıca 9 şiddetinde depreme dayanıklı olacak şekilde inşa edilmiş. Şehri kuş bakışı izlemek ya da restoranında yemeğe gitmek isteyenlerin mutlaka rezervasyon yaptırması gerekiyormuş. 

Cesaret Anıtı

Tarih 26 Nisan 1966'yı gösterdiğinde, o zamanın Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti iken, sabah 5:23'de, merkez üssü Taşkent'te 5,2 şiddetinde deprem oluyor. Eski şehirdekiler de dahil kerpiçten inşa edilmiş yapıların çoğu yıkılıyor. Yaklaşık 95 bin yapının yıkılmasına rağmen resmi ölü sayısı 15 olduğu açıklanıyor ama aslında kayıp sayısının çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Sovyet cumhuriyetleri tarafından yeni bir proje oluşturarak kentin inşası el birliğiyle derhal başlıyor. 

Cesareti, dayanmayı ve dostluğu simgeleyen Cesaret Anıtı ise, deprem anısı olarak heykeltıraş Dmitry Ryabichev'e yaptırılarak 1976'da Taşkent'e dikiliyor.  

Sanatçı, bir elinde çocuğu tutan kadın ve göğsünü siper eden erkek figürlü anlatımıyla anın yaşandığı dehşeti gözler önüne sermiş. Hüzünlü olduğu kadar çok da etkileyici bir eser...


Taşkent 

1966'daki depremden sonra şehirde hızla inşa edilen binaların karakteristik özellikleri bakımından Sovyet döneminden kaldığı anlaşılan yapılar da çıkıyor karşımıza. 

Taşkent Yeni Şehir 

Kaldığımız otelin çevresini sevgili eşimle dolaştığımızda çektim bu kareyi. Gördüğünüz üzere sokak, tertemiz...Sessiz ve sakin sokak boyunca sıralanmış az katlı yapıların sokağa bakan dış kapılarının büyüklüğü ise epey dikkat çekiyor. Çok kurak bir kara iklime sahip ülkede her ne kadar yazları sıcak geçse de nem oranı oldukça düşük. Anlayacağınız yapış-yapış olmayan bir havaya sahip. :)

Magic City Parkı-Taşkent 

Kentin tam merkezinde yer alan ışıl-ışıl parka, uykusuz ve yorgun olduğum için ben gitmedim ama giden arkadaşlarımızın anlattığına göre ünlü markaların mağazalarından restoranlarına, lunaparktan eğlenceli mekanlara varana kadar her kesime hitap eden büyük bir kompleksmiş. Bu kareyi de aracımızla giderken çektiydim. Biraz bulanık çıkmış. :)

Fakat arabalardan bahsedebilirim. Umarım reklama girmez. :)
Özbekistan'ın bağımsızlığı ilan edildikten bir yıl sonra ( 1992 ) Chevrolet otomobil markası ülkede fabrika kuruyor. Rağbet gördükçe iki fabrika daha açıyor. Vergisi de yok denecek kadar az olduğu için ülkede her on arabadan sekizi bu markadan oluyor. 
Şehirlerin cadde ve sokaklarını dolaştığınızda bu markanın ticari aracından, lüks otomobiline kadar hep karşınıza çıkar.

Taşkent Yeni Şehir 

Bir cadde düşünün, arabalar vızır-vızır geçiyor ama siz seslerini azıcık duyuyorsunuz. Kaldırım geniş, yanı başında daha geniş olanı yeşil peyzaj, ötesi de geniş araba yolu...Haa bir de trafik ışığının olmadığı yerde ayağını yola değdir, araçlar hemen duruyor. Telaşlı-telaşlı korna sesleri de yok, onu da anlamadım ya, neyse...Galiba İstanbul'un trafiğine alışmışım, o yüzden garipsedim biraz. :)


Al Anvar Hotel-Taşkent 

Diğer oteller hakkında bir bilgim yok ama kente gelmeyi düşünürseniz bir gece kaldığımız bu oteli tavsiye ediyorum. İçindeki eşyalardan geniş banyosuna değin oda ile otelin geneli, temiz ve düzenliydi. Personeli güleryüzlü ve çok yardımcıydı. Biz oda-kahvaltı şeklinde kaldığımızdan kahvaltı çeşitleri bir hayli fazlaydı. 
Şehir merkezine çok yakın olmasının yanı sıra yaklaşık 10 km. lik mesafedeki Taşkent Uluslararası Havaalanı'ndan da 20 dakikada ulaşabilirsiniz. 

Afrosiyob Yüksek Hızlı Tren-Taşkent 

Güzel şehir Taşkent'ten, güzel hislerle ayrılma vakti geldi, çattı, istikamet kadim şehir Semerkant'a... 344 km.lik yolu, 2 saat 20 dakikada kat eden Yüksek Hızlı Tren adını; Semerkant'ın kuzeyinde bulunan Afrasiyab ( Özbekçe Afrosiyob ) Antik Kenti'nden almış. 2011 yılında açıldığında Orta Asya'nın ilk yüksek hızlı demiryolu olmuş. Yoğun talep olduğundan biletler aylar öncesinden alınması gerekiyormuş. Biletimi hâlâ saklıyorum, bir kişi 270.000 Som, bizim paramızla da yaklaşık 850 Lira ediyor. 

Yabancı turist olduğunuzdan dolayı her vagonun kapısında bekleyen görevliye pasaportunuzu, biletinizi göstermek zorundasınız. Bir pasaporttaki resminize ve isminize, bir bilete, bir size bakıp incelemesini bitiren görevli gülümseyerek Türkçe hoş geldiniz dediğinde, hoş buldum deyip trene öyle binebiliyorsunuz. :)

Pekii, bizim de yüksek hızlı trenimiz var değil mi, hem de anlı-şanlı...Geçen yıl sevgili eşimle Eskişehir'i gezmek için yüksek hızlı trenle gidip dönmüştük. Eğri oturup, doğru konuşalım, valla kıyasladım bizim trenle. Hani Özbekistan'da binmesem, bizim yüksek hızlı trene normal diyeceğim. Afrosiyob'un koltuklarının arası öyle geniş ki, ayağımı uzatıyorum öndeki koltuğun ayaklığına, yok, değmiyor. Üstelik çok rahat koltuklar. Haa iki hostes de habire dolaşıyor koridorda. Çöpümüz var mı, birşey lazım mı diye...2 saat 20 dakika yolculuk edeceğiz, ikramı da unutmamışlar. Çay ya da kahve, yanına da çikolatalı kruvasan...Ben çay istedim, kruvasanlı paketin içinden paketli kahve de çıktı. Bi'özel hissettim kendimi, sormayın gitsin. :)

Madem sohbeti açıldı, yine kıyas yapacağım. 2019'da, bizim anlı-şanlı Pegasus'umuz ve THY ile Kırgızistan'a gidip gelmiştik. Memnun kalmadığımı çok net hatırlıyorum. Her iki uçağın da koltukların arası dar. Üstüne üstlük önümde oturan şahıs koltuğunu yatırıp horul-horul uyudu, kaldı mı bana daracık alan. Kitap okuyacağım, burnumun dibinde kitap, gel de oku.

Pegasus da THY de ikramda bulunmadı, ne tek lokma, ne bir yudum içecek...Neyse ki sırt çantamı yiyecek-içecekle doldurup öyle yola çıkmıştım. Buna da, normali budur herhalde, dedim. :)

Ha Taşkent, ha Bişkek, İstanbul'a uzaklık mesafeleri neredeyse aynı...
Uçakta ikram olmuyor diyerekten Özbek Havayolu'yla Taşkent'e giderken bu defa da sırt çantamı termosta sıcak su, çay-kahve ve kendi yaptığım minik pizzalardan patatesli ekmeğe, cevizli sucuktan kurabiyeye varana kadar yine doldurdum. Sanki pikniğe gidiyorum. :)) 

 Bir saat rötarlı kalkan Özbek uçağına bindik sonunda. Uçak ne zamanki normal uçuşuna geçti, başladı ikramlar. Önce soğuk içecekler, ardından kahvaltı ve öğle yemeği, en son da sıcak içecek...Amanın, yastık ve battaniye de cabası...Hem de pırıl-pırıl, paketli...Bi'özel hissettim kendimi, sormayın gitsin. :)

Trenimiz ve uçaklarımız niye böyle ağırlamıyor bizi!? :)

Şimdii, yine uzun yazdım, farkındayım. Son sözlerim olarak derim ki, Taşkent'i bir günde biz bu kadar yeri gezmişsek, turla değil de kendi başınıza gelirseniz, en fazla 3 gününüzü ayırırsanız çok rahat şehri gezip görmeyi bitirebilirsiniz. Özellikle sanat ve tarih müzelerini ziyaret edebilir, tek biletle ( 3.000 Som ) Taşkent Metrosu'nun sanatsal istasyonlarının tamamında yolculuğa çıkabilir, Anhor Kanalı boyunca yürüyüş de yapabilirsiniz. 

Sabırla okuduğunuz için sonsuz teşekkür ediyorum. 

Semerkant gezisinin yazı ve fotoğraflarında görüşmek üzere, doğa ve sevgiyle kalın. :)