nazlitoac.blogspot.com

22 Mart 2022 Salı

Theodosius Dikilitaş-Fatih-İSTANBUL

Theodosius Dikilitaş ( Obelisk )

Sultanahmet Meydanı'nda yer alan dikilitaş, ilk olarak M.Ö. 15. yüzyılda, Mısır firavunu lll. Thutmose tarafından yaptırılıp, Karnak Tapınağı'nın güneyine dikilmiş.

 M.S. 357 yılında ise Roma İmparatoru ll. Constantius, tahtta bulunuşunun 20. yılı onuruna, dikilitaşı Nil Irmağı üzerinden İskenderiye'ye getirtmiş. 

İmparator l. Theodosius, M.S. 390 yılında, dikilitaşı gemiyle İstanbul'a getirip şimdiki yerine diktirmiş.

İstanbul'un en eski tarihi eserlerinden biri olan dikilitaş, Asvan ( Nil Nehri'nin doğu kıyısındaki Asvan civarında bulunan dünyanın en büyük çatlaksız ve damarsız pembe granit bloklarının çıkarıldığı taş ocakları ) granitinden yapılmış.

Kaidesiyle birlikte yüksekliği yaklaşık 24,5 metre olan dikilitaşın ağırlığı ise 200 tonmuş. Net biçimde görülen Mısır'ın hiyeroglif yazısı ile mermer kaide üzerindeki imparator ve halkı resmeden kabartmalarıyla günümüze kadar gelmiş muazzam tarihi bir eser.

Theodosius Dikilitaş kaidesinden bir kesit...

Theodosius Dikilitaş kaidesinden bir kesit...

Theodosius Dikilitaş kaidesindeki Grekçe yazıt...

Grekçe ve Latince bilmediğimden kısa bir araştırma yaptığımda öğrendiğim açıklamaları yazayım istedim.

Grekçe yazıtta; " Yalnızca İmparator Theodosius yerde duran bu dört yüzlü taşı dikme cesareti gösterdi ve yardımına Proclus çağrıldı. Bu şekilde koca sütun otuz iki günde ayağa kalktı. "

Theodosius Dikilitaş kaidesindeki Latince yazıt...

Latince yazıtta ise mermer taşın ağzından yazılmış. " Önceleri direnmiştim. Fakat yüce efendilere itaat etmem emredildi ve tiranlar yenildikten sonra üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti. Her şey Theodosius'a ve onun sülalesine boyun eğer. Böylece bana galip geldiler ve reis Proclus'un idaresi altında otuz günde yukardaki göklere yükselmeye mecbur oldum. " 


Bulgar Aziz Stefan Kilisesi-İSTANBUL

Balat'ta Tarihi Demir Kilise-Fatih-İstanbul

Bulgar Aziz Stefan ( Sveti Stefan ) Kilisesi

Dünya üzerinde demirden inşa edilen kilise sayısının 3 olduğunu biliyor muydunuz...Biri Türkiye'de, diğerleri Arjantin ve Avusturya'daymış. Ancak ülkemizdeki korunmuş, diğerleri çökme ve kaymalardan dolayı yıkılmış. 

500 ton demir kullanılarak inşa edilen Aziz Stefan Kilisesi'nin kubbe ve miğferleri altından, üzerindeki haçlar da altın işlemeden yapılmış. 

Avusturya'da Vagner Firması'na yaptırılıp tamamen söküldükten sonra parçaların Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden İstanbul'a getirilip bir kez daha monte edilen kilise, Osmanlı toprakları üzerindeki ilk prefabrik yapı olma özelliği taşıyormuş. 

Çan kulesinin yüksekliği 40 metre olan, beyaz ve sarı renklerin oluşturduğu muazzam mimari estetiğiyle Demir Kilise'nin mimarı ise Hovsep Aznavour'muş. 

Neo-Gotik ve Neo-Barok mimari tarzda inşa edilen kilisenin pencerelerine dikkatle bakmanızı öneririm. Uzun ve yuvarlak kemerlerle bölünmüş pencerelerin çiçek desenli tasarımıyla tarihin ender bulunan yapılar arasında görülebilecek estetiğe sahip kilise, 8 Eylül 1898 yılında açılmış. Haliç kıyısında inci tanesi gibi duran, iç mekan süslemeleriyle nadide bulunan kiliseyi fırsat bulursanız ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum. 

Bulgar Aziz Stefan ( Sveti Stefan ) Kilisesi 


Bulgar Aziz Stefan ( Sveti Stefan ) Kilisesi 


 



Alman Çeşmesi-Sultanahmet-İSTANBUL

 İstanbul'da Tarihi Yapı Alman Çeşmesi 

Alman Çeşmesi 

Alman İmparatoru ll. Wilhelm tarafından İstanbul'a ve Sultan ll. Abdülhamid'e hediye olarak yaptırılan çeşmenin yapım çalışması Almanya'da başlanmış. 
Parçaları gemilerle getirilen çeşme, 1901 yılında İstanbul'daki yerine monte edilmiş. 
İçeriden altın mozaiklerle süslü değerli malzemelerle ( Neo-Bizanten tarzı ) yapılan çeşme, sekizgen planlı olup yüksek bir platforma oturtulmuş.
 Sekiz sütunun taşıdığı kubbesiyle, sütunları birbirine bağlayan kemerleriyle, kemerlerin üzerindeki madalyonlarıyla " ben buradayım " der gibi koyu yeşil renkli sessiz çığlığıyla gördüğüm en görkemli çeşmelerden biri... 

Alman Çeşmesi'nin altın mozaiklerle süslü içi...


Alman Çeşmesi'nin arka yüzü...


18 Mart 2022 Cuma

Ushguli Köyü-Svaneti-GÜRCİSTAN

Gittim USHGULİ KÖYÜ'ne, masallar diyarına kapıldım. ☺

Efendim; orta çağdan kalma, Avrupa'nın en yüksek ve en eski sürekli yaşam olan bu köyü, elimden geldiğince kısaca anlatmaya çalışacağım. 

4 yerleşimden ( Murgmeli, Chazhashi, Chvibiani ve Zhibiani ) oluşan Ushguli Köyü, Gürcistan'ın en yüksek zirvesi Shkhara Dağı ( 5.193 metre ) eteklerinden doğan Enguri Nehri'nin hemen yanıbaşında kurulmuş. 2.200 rakımlı köy, 1996 yılında Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmış. 

Ushguli, Svan dilinde " Korkusuz Kalp " demekmiş. Hâlâ orta çağda yaşamaya devam eden köydeki taş evler ve Svan kuleleri, kurulduğundan bu yana neredeyse hiç değişmemiş. 

Zaman kavramını unutturacak kadar fantastik düşündüğüm bu köyün fotoğraf ve yorumlarıma geçsem iyi olacak. ☺

Sabah 9:00'da kaldığımız Mestia Kasabası'ndan 46 km. mesafedeki Ushguli Köyü'ne, ekibimizin 6 kişilik üyesiyle kasabada kiraladığımız 4x4 çeker araçla yola çıktık. İki arabanın yan yana zor geçtiği toprak yola gelene kadar, yayla ve dere kenarlarında gördüğümüz küçük Svan köyleri de, durup fotoğrafladık. Bir sağa, bir sola savrularak gittiğimiz yolun son 10 km.si epey dar ve virajlıydı. Bir tarafı uçurum olan, yer-yer heyelandan kaymış toprak yolun, öylesine oyulmuş tünellerden de geçerek 2 saatlik yolculuğumuzun sonunda köye varabildik.

Günlerdir heyecanla görmeyi beklediğim Ushguli Köyü, sonunda bir mücevher edasıyla karşımıza çıktı. Ne yolun bozuk oluşu, ne dağlardan yola inen şiddetli akan suları, ne tünelleri, ne Gürcü kaptanımızın yolun ortasındaki ineklere çekilmeleri için " hööooğğhht " diye aracın içinden habire bağırması...Bir anda hepsini unuttum köyü görünce. Tee köyün yakınına geleceğim de, görmeden döneceğim. Olacak şey mi, olmaz tabii ki.😄

Gürcü kaptanımızla buluşma saatimizi ( Köye araçla girilmiyor, girişe parkediliyor. ) belirledikten sonra başladık köyü dolaşmaya. Hâlâ işlevini sürdüren eski Sovyetler'den kalma askeri araçlar burada da karşımıza çıkıyor. Ciddi bakışlı Svan kadının el-kol hareketleriyle ve söylenerek fotoğrafının çekilmesini istemediğini anladığımda hemen kafamı eğerek telefonumu başka yöne çevirdim.  

Köşeyi döndüğümüzde bir anda karşımıza çıkan inekler...Az kalsın burun-buruna geliyorduk. Gürcistan'da ne kadar inek ve domuz gördüysem hiç birinde çoban görmedim. Duyduğuma göre sabah ahırdan çıkıp kırlarda dolaştıktan sonra akşam olunca kendi başlarına geri dönerlermiş. 
İneklerin rahatça dolaşmasından oluşan çamurlu gübrelere basmamaya özen gösterdik. Düşünsenize, o gübreli ayakkabılarla bindiğimiz aracın içindeki kokuyu...☺

Bu karede ilgimi çeken kapının dışında, taş duvardaki kendiliğinden yeşermiş bitki desem abartmış olmam sanırım. Nehir ve dere kenarlarından aldıkları, yaz ayını soğuk, kış ayını sıcak tutma özelliğine sahip kayrak taşından yapılan yapılara hayranlıkla baktım. Genellikle kapılar hem alçak hem de kemerliydi. 

Köyün bir kaç yerinde gördüğüm küçük ve şirin kafelerde karnınızı doyurup içecek de içebilirsiniz. İsterseniz Svanlar'ın pansiyona çevirdiği evlerinde kalabilir, vadi içinde yürüyüş yapabilir, orta çağdan kalma Svan kültürüne ait eşyaların olduğu müzeyi ziyaret edilebilirsiniz.
Bu görseldeki 12. yüzyıla ait yapıların mimarisine dikkatle bakarsanız, harçsız taş duvarlarının üzerindeki çatılarının da kayrak taşıyla döşendiğini görebilirsiniz. 

 Gürcistan'ın altın çağı döneminde krallığı yöneten Kraliçe Tamar ( 1184 - 1213 ) adına inşa edilen savunma kulesi ile yanındaki kilisenin olduğu köye hakim tepeye çıkmanızı tavsiye ediyorum. Oradan ( fotoğraftaki tepe ) köyün dört yerleşimini rahatlıkla görebilirsiniz.

Bu kareyi paylaşıma koyarken ne yazacağımı bir türlü bulamadım. Her şeyleri doğal ya, tuvaletler de doğal tabii. Evlerin bahçelerinde ve sokak aralarında olan tuvaletler, değişime uğramadan olduğu gibi kullanılmaya devam etmiş. 

 Bir karede dört fotoğraf...Buzullarla kaplı Shkhara Dağı, dağın eteklerinde doğan Enguri Nehri, otantik Ushguli Köyü ve yemyeşil çayırlar...Sanki bir film sahnesindeymişim gibi hayal ötesi. Kuleleri saymaya çalıştım ama bir türlü bitiremedim saymayı. Hemen-hemen her evin yanında kule vardı. Sonradan öğrendiğime göre de 200'den fazlaymış kuleler. Haa bu arada, Shkhara Dağı'nın zirveleri Gürcistan ile Rusya'nın sınırını oluşturuyormuş. Kollarımı uzatsam neredeyse dağa dokunacakmışım gibi çok yakın görünüyor.☺

Fotoğraf için sevgili Şeyda hanıma çok teşekkür ediyorum. 

Ushguli Köyü'ne gelmeye karar verirseniz, tee uzaktaki Murgmeli yerleşim yeri karşılar sizi. Sağ taraftaki bozuk yoldan gelerek köye ulaşırsınız. Mestia Kasabası ile Ushguli Köyü'n bağlantılı olduğu tek yoldur aynı zamanda. Fotoğrafta gördüğünüz dev kuleli yerleşim yerinin adı da Chazhashi...Yılın 6 ayı karlar altında kalan köyün hem Mestia hem de dünyayla bağlantısı kesilirmiş. 

İki yerleşim yerinin ortasında, bölgeye hakim küçük tepede çekilen bir önceki karede, yüzümü vadinin devamına çevirmiştim. Bu kare ise vadinin başlangıcı oluyor. Öndeki yerleşimin adı Chvibiani, arkadaki ise Zhibiani... İhtişamlı görüntüsü insanı mest edecek kadar muazzam Shkhara Dağı, sanki en güçlü benim der gibi... Büyüleyici görüntüden, 9. ve 13. yüzyılları arasında tüm Svan köy evlerinin yanı başında, hem düşmana hem de aileler arasındaki kan davasına kadar giden çatışmalara karşı savunma amaçlı kurulmuş, boyları 25 metreye varan dev kulelere ve evlere bakışlarımı çevirdiğimde kendimi bir anda orta çağa ışınlanmış hissettim. Zamana karşı direnen yorgun kuleler; günümüzde, giriş katlar ahır, diğer katlar ambar olarak kullanılıyormuş.

Taşların düzgün bir şekilde harçsız dizilişi, orta çağın tüm izlerini taşıyan kapının çengel haline gelmiş metallerle tutturulmuş hali...Bir an kapıya nazikçe vursam, tokmağı tutsam, içeri buyur edilsem...Yana-yakıla çok merak etsem de yapamadım tabii. Valla Svanlar öyle çok ciddiler ki, ee haliyle insan biraz çekiniyor. Eşimle hep konuşuyoruz Ushguli Köyü hakkında. Bir daha gider miyiz diye...Gidersek kalalım bir gece köyde diyoruz. Umarım yine gitmek nasip olur. 

Moğollar, Persler, Araplar, Osmanlılar tarih boyunca ordularını Gürcistan'a göndermiş ama Svan halkının, Kafkas Dağları'nın dar kanyonları arasında gizlenmiş yurdu, Ruslar'ın 19. yüzyıl ortalarında bölgeyi denetim altına alana dek fethedilmemiş. Sokakları dolaşırken ciddi bakışlı
Svan halkının fotoğraflarını da çekmeyi ihmal etmiyorum tabii. ☺

İnekler kadar pembe domuzlar da hep çıkıyor karşımıza. Domuzların böyle sevimli olduğunu bilmiyordum. Hiç saldırgan değiller, bilakis evcil göründüler bana. 

Jgrag ( St. George ) Şapeli Kapısı-Ushguli Köyü

Köyde epey kilise ve şapel vardı. Bir çoğunun geçmişi 12. yüzyıla kadar gidiyormuş. Neye hayret ediyorum biliyor musunuz...Tee yüzyıllar önce bu bölgede inşa edilen kuleler, evler, şapel ve kiliseler, savaşlara ve afetlere inat dimdik ayakta kalabilmişler. Yorgun bekçi misali görsel şölen sunan taşın ve tarihin vücut bulmuş dev kulelerin arasında, ben de varım diyen şapelin kapısındaki oyma insan figürlerinden anladığım kadarıyla savaşçıların ve azizlerin betimlemesi yapılmış. 
 
Svan Kadını ve Çocuk

Svanlar; kutlama, şarkı söyleme, yas tutma ve ailenin namusunu koruma konularında hala örf ve geleneklerine bağlıymış. Öğrendiğime göre başka hiç bir yerde orta çağ Avrupa'sının töre ve geleneklerini sürdüren bir yer yokmuş. 

Svan çocuk ve sevgili eşim...☺

Vee sevimli mi sevimli Svan çocukları...Önce soğuk davrandılar bize, evden çıkan anneleri bir şeyler söyleyince, tavırları hemen değişti. 😊
Köyde, yaklaşık 200 kişi yaşıyormuş ve küçük bir okul da varmış.

Svanlar, göç etmeden kültürlerine, dillerine, örflerine sahip çıkarak rakımı yüksek dağlarda medeniyetten uzak yüzyıllardan beridir yaşamışlar.

Ushguli Köyü-Chvibiani Ortodoks Şapeli

Köy içinde yer alan şapelin yapımı, 12. yüzyıla kadar uzuyormuş. Svaneti Bölgesi'nin kalbi sayılıyormuş. Ortodoks olan Svanlar'a Hıristiyanlık, 6. yüzyıl civarında ulaşmış. Gürcüler, tehlikeli dönemlerde güvende olsunlar diye ikona, mücevher ve el yazmalarını dağlardaki kilise ve kulelere göndererek Svaneti'yi eski Gürcü kültürünün deposuna çevirmişler. Svanlar da bu koruma görevini üstlenmişler.
İncil okuyan Svan kadını rahatsız etmemek için sessiz olmaya çalıştık. 

Gördüğüm kadarıyla köydeki her evin bahçesinde atlar vardı. Bölgenin geçit vermez sarp ve dik dağlık oluşu, Svanlar için atlar, en güvenilir ulaşım aracı olmuş. 

   Ushguli Köyü'ne gitmeye karar verirseniz kesinlikle sabah saatlerinde gidin derim. Sokaklarını dolaşırken bir kaç turist ve Svan dışında köy sessizdi. Biz gezimizi bitirip de kararlaştırdığımız saatte ( 13:00 ) dönüş yoluna geçtiğimizde turistlerin yoğun olarak gelmeye başladıklarını gördük.
 Gürcistan gezisine katılmaya karar vermeseydik Mestia bölgesini ve Ushguli Köyü'nü görmeyecektik. Fırsat ayağınıza geldi mi, asla kaçırmayın. Ötelemeyin. Elbette şimdi pandemiden dolayı bir yerlere pek gidilemiyor. 2018 yılında gittiğimizde pandemi yoktu. İyi ki gitmişiz diyorum hep. Neyse, umarım bir an önce dünyamız bu pandemiden kurtulur.

Ushguli Köyü'nü görme isteğimi kırmayan rehberimiz İsmail beye ve Yudosk ailesine sonsuz teşekkürler...
Okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Sağlık, sevgi ve doğayla kalın. ☺


9 Mart 2022 Çarşamba

Svanlar'ın Ana Yurdu Svaneti-GÜRCİSTAN

 Efendim; gezi ekibimizle buluştuğumuz Trabzon'dan aracımızla ayrılıp Sarp Sınır Kapısı'ndan ( sadece kimlik yeterli ) güle-oynaya ve meraklı gözlerle 2018 yılında gittiğim Gürcistan'ın Yukarı Svaneti Bölgesi'ni elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.

 Kafkas Dağları'nın güneyinde yer alan Gürcistan, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiş ve aynı yıl Bağımsız Devletler Topluluğu'na katılmış. Gürcüce, 2000 yıllık alfabesiyle yaşayan en eski dillerden biriymiş. Yabani hayvan bakımından ve akarsu yönünden zengin olan topraklarının 1/3'i orman ve çalılıklarla kaplı Gürcistan'da, gördüğüm kadarıyla bağ ve bahçelerde en çok mısır, meyve ( erik, armut, elma, bolca fındık ) yetiştiriliyor. Sınırdan sorunsuz bir şekilde geçtiğimizde aracımızı beklerken oturduğumuz bir kafede içtiğimiz soğuk armut suyunu denemenizi tavsiye ediyorum. Ülkemizde satılan meyveli sodaya benzeyen ( asitliydi ) tadı gayet güzeldi. 

Gürcistan mutfağı, bizim yemeklerimize pek benzemiyor. Bol baharatla ( en çok kişniş ) yapılan yemek istemezseniz de damak tadınıza uygun yemekleri de bulabilirsiniz. Benim yediklerimden en çok beğendiğim tavuk şiş, közde pişmiş şişte servis ettikleri sebze, üzeri özel peynir konmuş mantar güveç ve olmazsa olmaz dediğim Haçapuri'yi tavsiye ediyorum. 

Gürcistan'ın batısında bulunan Svaneti Bölgesi'nin yönetsel merkezi Zugdidi'de kaldığımız bir gecenin ardından Mestia yollarına, heyecanla düştük. Güçlü doğanın buzullarla kaplı heybetli dağlarını, muhteşem yayla ve vadilerini, ortaçağdan kalma yapılarını, her nefeste hissettiğimiz ormanlarını görmemize vesile olan rehberimiz İsmail Kılınç beye ve Yudosk ailesine sonsuz teşekkür ediyorum.  

Enguri Nehri 

Enguri Nehri ve üzerine kurulmuş Avrupa'nın en yüksek 2. ( 271 metreyle Dünya'da 6. ) özelliğine sahip bu baraj gölünün kıyısında bulunan küçük ve şirin Luka restoranında enfes bir kahvaltı yaptık. Gürcistan'ın en yüksek dağı Shkhara'nın yakınlarında doğan 213 km. uzunluğundaki Enguri Nehri, ülkenin batısındaki Anaklia kasabasından Karadeniz'e dökülüyormuş.

Ekibimizin sevgili doğa gençlerine, fotoğraf çekerken bana değil, doğaya bakın dedim ve bu kare ortaya çıktı. 😊 Gitmeden önce bölge hakkında kısa bir araştırma yaptığımda öğrendiğim " Haçapuri "yle tanışmam buradaki Luka restoranında oldu. Kalın bir hamurun ortasına koyulan lezzetli peynirle sacda pişirdikleri Haçapuri'leri servis etmeden önce köy tereyağını üzerine biraz gezdirdikten sonra sıcak yenilen ekmekler önümüze kondu ya, hepimiz bayram ettik. Çok da doyurucuydu. Kalanları paket yapıp yanımıza aldık.  

Mestia Kafkas Dağları 

Toprak yolda ilerlerken Mestia Kasabası'na yaklaşık 20 km. kala Hebudi mevkisinde çektim bu kareyi. Sabah, yaklaşık 150 metre rakımlı Zugdidi şehrinden yola çıktık, vahşi akan Enguri Nehri kenarından hiç ayrılmayarak muazzam vadi içinde ara-ara karşımıza çıkan küçük yerleşimlerden geçerek 1400 rakımlı mevkilere ulaştık. Shkhara ( 5.193 metre ), Tetnuldi ( 4.858 metre ), Ushba ( 4.710 metre ) dağlarının derin vadilerinden süzülen nehirlerin kenarında kurulmuş orta çağdan kalma yapılarıyla masal diyarından fırlamış bir bölgedir Svaneti. Ressamları kıskandıracak kadar pastoral doğasına hayran kaldım doğrusu. ☺

Haçapuri'ler yanımızda, ilk doğa yürüyüşümüzü Chalaadi Buzulu'na yaptık. Mestia Kasabası ile buzul arası yaklaşık 12 km. Yol yorgunu olduğumuz için aracımız bizi buzula yakın bozuk toprak yolda bıraktı ve başladık yürümeye. Mestiachala Nehri üzerindeki beşik gibi sallanan tahta köprüden geçip ormanlık alandaki patikaya saptık. Hafif rampalı çıkışın ardından parkurun yaklaşık 1 km.'si zemini kaya ve taşlarla kaplıydı. Parkurun en zorlu kısmı burasıydı. Ayağımı bastıkça taşlar yerinden oynuyordu. Çok dikkatli yürüyerek buzula varabildik.  
Chalaadi Buzulu

2.200 metreyle Dünya'nın en alçak buzulu olma özelliğine sahip Chalaadi Buzulu için buraya gelmeye değer mi, değer efendim. Büyüleyici bu manzara, kayalık tepeleri aşınca bir anda karşınıza çıkar. Temmuz ayı böyleyse kış ayını hiç düşünemiyorum. 

Chalaadi Buzulu'nun görkemli halini hayranlıkla izleyerek burada mola verdik. Buzulun altı mağara gibi oyulmuş ve oyuk yerlerden nehrin çıkışını oluşturmuş. Buzulun üstü de dağdan düşen taş ve toprakla kaplıydı. Tehlike arz ediyor diye fazla yaklaşamadık. Bir yanda ahmak ıslatan yağmur bir yanda buzulun erirken sıçrattığı buz gibi suyu...Bolca ıslanıp toplamda 8 km. yürüyerek parkura başladığımız yere mutlu-mesut geri döndük.☺ 

Mestia Pazar Yeri

Bir sonraki gün sabah erkenden pazara uğradık. Pazar-pazar diyorlar, ben de sanıyorum ki bizim semt pazarları gibi bir yer. Pazarın kapısı bir hayli ilgimi çekti. Hele o ok işareti yok mu, çok sevimli geldi bana. 

Bu da pazarın içi...Karşılıklı üç tezgah vardı. Meyvelerimizi aldık ve orta zor diyeceğim parkura doğru yola çıktık. 

Ne desem bilemedim. Karşımızda, sivri zirveleri nedeniyle " Kafkaslar'ın Matterhorn'u " diye bilinen Ushba Dağı...Dilim tutuldu görkemli dağ manzarasına. Çıkacağımız şelaleler bu dağda. Hem ürkütücü hem de gizemli...Yeşilin her tonunu barındıran çitle çevrilmiş bu bahçeye de hayran kalmamak mümkün değil.  

Vee çıkıyoruz. 1640 metre rakımdan başlayıp 2140 metre rakımdaki Shdugra Şelalesi'ne doğru yol alıyoruz. 6 kişilik ekibimizin 4'ü canhıraş çıkışta. Mutlu bir şekilde poz da veriyor arkadaşlarım. Ben ise hiç farkında değilim. Fotoğrafı çeken sevgili eşim Tekin Toaç'a çok teşekkürler...☺

Shdugra Şelalesi

Şelaleye geldik sonunda. Vay canına, bir çok ulustan bireysel ya da grup halinde doğasever de çıkmış, gelmiş buraya. Tahminimce 15-20 kişi vardı. Nasıl ki müziğin, sanatın, sporun dili ortaksa doğaseverliliğin de dili ortaktır. Bir kaynaştık ki, sormayın gitsin. ☺ Şiddetli dökülen suyun ve serin rüzgarın çıkardığı sesle kendimizi büyülü ortama kaptırıp burada mola verdik. Gurur ve onurla bayrağımızı dalgalandırdık. Bakmayın siz öyle şelale küçükmüş gibi göründüğüne. Durduğum yer dik kayalıktı. Şelalenin döküldüğü yeri ben bile göremiyordum.☺

Boşalan şişelerimizi küçük şelalede doldurup inişe geçmeye başladık. Berrak ve temiz soğuk su, bulunmaz nimet gibi geldi bize. 



 
Arkadaşlarımın yüzleri Mazeri Vadisi'ne doğru dönük olarak görünce hemen fotoğraflarını çektim. Resmi büyütüp bakınca yüzlerindeki o mest olmuş ifadeyi eminim siz de farkına varacaksınız.  
Mazeri Vadisi 

Geçtiğimiz vadi, bir başka görünüyor bana. Öyle güzel ki...Sanki başka bir dünya varmış da ben oraya gelmişim. Adeta yerinizde mıhlanıp kalıyorsunuz. Durdum, uzun uzadıya baktım. Görüntüyü hafızama kazımaya çalıştım. Enguri Nehri'nin bir kolu olan Dolra Nehri, görsel şölen sunan florada gizlenmiş, vadiye hayat veriyor. Hala da hatırlarım bu cennet gibi vadiyi.

Geride kalan arkadaşlarımız manzaraya doyamayınca ilk inenlerden olduk. Isınan ayaklar hemen soğuk suya kondu. Dolra Nehri nasıl soğuktu, anlatamam. Buz gibiydi, en fazla 10 saniye kadar dayanabildim. ☺ Yaklaşık 15 km. yürüdüğümüz parkur, uzun zamandır yürüdüğüm en güzel parkurdu. 

Şelalelerden dönüşte vakit henüz erken olduğu için kasabayı şööyle bir turlamak istedik. 
Yukarı Svaneti'nin merkezi konumundaki Mestia, yüksek zirvelerinin olduğu dağların derin vadisinde sıkışmış, Enguri Nehri'nin bir kolu olan Mulkhra Nehri kenarında küçük ama aynı zamanda şirin bir kasaba. Sokaklarını dolaşarak tarihi dokuyu ve parke taşlı yollarını beynimize kazıdık. 

Taş evlerin hüküm sürdüğü bu sokaklarda ilgimi çekenlerden biri de, evden eve olan köprüydü. Bu kareden belli olmuyor ama yukarı çıktıkça geri dönüp baktığımda köprüde minderler vardı. Hımm, balkon havasında olsun diye yapmışlar diyorum kendi kendime. 

Mestia Savunma Kuleleri 

Kuleler, 9. ve 13. yüzyılları arasında tüm Svan köy evlerinin yanı başında kurulmuş. Kasabadaki bir kule, ziyaretçiler için açık bırakılmıştı. Biz de tarihi kuleyi görmek için heyecanla gittik. 

Tee yüzyıllar önce bu kuleyi inşa edip kullanmışlar. Bir saldırı halinde kendilerini savunmuşlar. Birileri bu merdivenden çıkıp inmiş. 
Esas yaşam mekanı olan katlara giriş, yerden 4-5 metre yüksekte bir kapıdan yapılıyormuş. Kapıya tırmanmak için kullanılan merdiven, kuleye girdikten sonra içeri çekiliyormuş. Dik duran merdivenden çıkmak kolaydı ama inerken epey zorlu oldu.  

Svaneti Bölgesi, Unesco tarafından koruma altına alınmış. Bölgenin zor ulaşım olanakları ve kule tipi evleri, istilacıları halktan korumuş. Kulenin en tepesindeki delikler ( fotoğraftaki ), hem ateş etme hem de gözlem yapmak için kullanılırmış. Kuleye ancak bir tehdit olduğunda giriliyormuş. Beni en çok etkileyenlerden biri de duvarların yapısı oldu. Doğadan aldıkları taşlarla inşa edilen bu yapılar yüzyıllardır ayakta kalabilmiş. 

Mestia Kasabası Meydanı 

Meydanda; kafe ve restoranlar, döviz büroları, dükkanlar, çok sayıda sıra-sıra dizilmiş butik otel ve pansiyonlar, turizm büroları, adalet sarayı ve hükümdarlık döneminde Gürcistan'ın Altın Çağı olarak bilinen " Kraliçeler Kraliçesi " Kraliçe Tamar'ın bronzdan heykeli bulunuyor. Kasabanın doğu yönünden çıktığınızda 2010 yılında yapılan Kraliçe Tamar adında küçük bir havaalanı da yer alıyor. Ayrıca bu meydanın bitişiğinde, doğa yürüyüşünden dönen turistlerin dinlendiği güzel bir park da var. Akşam üzeri giderseniz parkta cıvıl-cıvıl insanlarla karşılaşırsınız. 

Sıra geldi en zor ( Koruldi Gölleri ) parkura. Rehberimiz İsmail beyin ısrarla vurguladığı çok zor parkura, önceki gün şelalelere çıkan 6 kişiyle çıkmaya karar veriyoruz. Bu parkuru galiba anlatamayacağım. Ya da kelimelerim yetersiz kalacak. Ancak çıkanlar anlayabilir. Çık, çık, çık, bitmiyor ki. Arada bir yalancı düzlük olsa bacaklar biraz dinlenecek, nefesler düzelecek, yok ki, hep çıkış. Bir ara pes eder gibi oldum, yok etmeyeceğim, inadım inat, diye diye ilk hedefe vardım. Ahanda karşıma inekler çıktı, inek görünce sevinir mi insan...😀 

Aşağıda görülen kasaba, Mestia...Parkur, Mestia merkezden başlıyor ve başladığından bu yana da hiç düzlük yok. Valla gurur duydum kendimle. 😊

İlk hedef haç ve barakaydı. Burada dinlenip bol fotoğraf çektik. Dik ve orman patika yolu bitti ama asıl bundan sonrası çok daha zor olacağını göllere varınca anlayacağım. Neden ki diye sorarsanız, çünkü ağaçlık alan yok. Buradan sonra Alp tipi bitki örtüsü başlıyor. Yükseldikçe ya rüzgara ya da dik gelen güneşe maruz kalınıyor. Demem o ki, gelirseniz buraya kesinlikle bol su, şapka ve enerji yükselten yiyecek yanınızda bulunsun. Sonra demedi, demeyin.☺ 

Vee ben...Gördüğünüz üzere hiç ağaç yok. Yok, ben o dik yokuşu çıkamam diyenler için elbette başka alternatif de var. Mestia Kasabası'ndan 4x4 araç ile haç ve barakanın olduğu yere gelebilir, oradan göllere yürüyebilir ya da isterseniz göllere yakın belli bir yere araçla ulaşabilirsiniz. 

Her taraftan inekler çıkıyor karşımıza. Bu kadar yüksekte otlanan ineklerin sütü, eminim tahmin edemeyeceğim kadar çok lezzetlidir. Alp tipi çayırlar her zaman yeşilliğini korurmuş. İklim koşullarının orman yetişmesine uygun olmadığı 2000 metrenin üstündeki dağlarda olurmuş bu çayırlar. Orman sınırından başlayarak sürekli kar olan sınıra kadar devam edermiş. 

Koruldi Gölleri 

1400 rakımlı Mestia Kasabası'ndan başladık çıkmaya, 2800 rakımlı göllere tam 5,5 saat sonra ulaşabildik. Fazla büyük olmayan irili-ufaklı Koruldi Gölleri, görülmeye değer büyüleyici manzaraya sahip. Karşıda Ushba Dağı'nın 4400 metreden 4710 metreye varan zirvelerinin heybetli görüntüsü karşısında nutkum tutuldu. Diyecek hiç bir şey bulamadım.☺

Koruldi Gölleri'nde dinlendikten sonra inişe geçmeye başladık. Çıkarken gözden kaçırdığım yayla evlerini bir şehirli olarak gıptayla izledim. Gel buraya, bütün yaz boyunca kal. Şehrin keşmekeşinden uzak, uçsuz-bucaksız doğada ömrüne ömür kat. Hayalden öte gitmiyor be arkadaşım. 

Haç ve barakanın olduğu yerden ormanlık dik iniş başlıyor artık. Buraya gelene kadar kendimi kurumuş bir yaprak gibi hissettim. 2 litre su ve termoslarımdaki sıcak su hiç yeterli olmadı. Susuz kalmamak için hep idareli kullandım. Giderseniz daha fazla suyunuz olsun.   

İnişte beni takip eden kelebeğin nihayet fotoğrafını çekebildim.😊 17,5 km. lik parkur, yaklaşık 8,5 saat sürdü. İnişte anladım ne kadar çok dik çıkış varmış diye. Çıkarken anlamamıştım açıkçası. Bacaklar yorgun tabii, dizlerim döne-döne inebildim. 
Kasabaya eşim, ben ve Nermin arkadaşımız ilk önce geldik. Dik yokuşun bittiği kasaba girişinde yerel halktan biri kapısının önünde hortumdan akan suyla arabasını yıkıyordu. Hortumdan akan su bize cennetteki gürül-gürül akan pınar gibi gelmişti. El-kol işaretleriyle rica ettik, hem şişeleri doldurduk hem de kana-kana suyu içtik. Tanrım, sen kimseyi susuz bırakma. Valla öyle canlanmıştım ki, o yokuşu bir daha çıkacak gibi oldum. 😄

Svaneti Tarih ve Etnografya Müzesi'nden bir kare...

Arkeolojik buluntuların M.Ö. 3. yüzyıla dayandığı, içi modern dizayn edilmiş müzede, Svan halkının kullandığı silahlar, kıyafetler, süs eşyaları, paralar, el aletleri, kitaplar, ikon ve el yazması görebilirsiniz. Kasabaya gelirseniz merkezde bulunan müzeye de uğrayın. 

Kaldığımız Hotel Old Seti'yi size tavsiye edebilirim. Bu kareyi bahçesindeyken çekmiştim. Hotelin bir çok fotoğrafı vardı ama yanlışlıkla silmişim, af ola. Odalar gayet rahat ve temizdi. Haçapurili kahvaltılar ise efsaneydi. Yemekleri de güzel, çalışanları gayet kibar ve güleryüzlüydü. 

Bölgeyi az çok bilenler diyecekler ki, oralara geldin, Ushguli Köyü'ne gitmedin mi diye...Gitmez olur muyum efendim, elbette gittim. Görmeyi çok istediğim Avrupa'nın en yüksek sürekli yaşam olan bu köyü, başka sayfada anlatacağım. 
Okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Doğa ve sevgiyle kalın. ☺